ilhan armutcuoğlu hocaefendi

Gönül sultânlarına gönlümü verdim gitti..
Neyim varsa bezl ettim, akl ü idrâkim gitti..
Bir göz işâretinde saklıdır seyr u sükûn!..
Mürşîd-i asrı buldum, Yûnus’a döndüm gitti…
İlhan Armutcuoğlu

Hazîne

Son eklenenler...

  • İlhan Armutçuoğlu Hocaefendi ile… -3-

    İlhan Armutcuoğlu ile mülakat
    Altınoluk Dergisi, 380. sayı, Ekim 2017.

    Âh, teslimiyet!
    Âh, teslimiyet!

    S. TAN: Hocam Musa Efendi hazretleri ile birlikte olduğunuz demlerden anlatacaklarınız vardır mutlaka.

    İ. ARMUTÇUOĞLU: Musa Efendimiz ile ilgili de önemli bir hadise arz edeyim. Burası faaliyete geçmezden evvel Musa Efendimiz Hazretleri Muğla’ya teşriflerinde sohbetler ormanlarda yapardık. Yine bir sohbeti ormanda hazırladık. Kardeşlere tembihte bulundum “Üstadımız teşrif ettiklerinde kimse görünmesin ormana dağılalım” dedim. “Arabalarınızı da gizleyin” dedim.

    Biz kendisini Aydın tarafından karşıladık. Baktım çehresi gamlı, kederli biraz mağmum. Sohbet edeceğimiz yeri iyi hazırlamıştım, baktım oraya gelmesi ile birlikte neşe değişti. “Burası Mina’ya dönmüş” buyurdular. Kimse yok ikimiziz. Buyurdular ki “İlhan Efendi ilk intisap ettiğim yıllarda tarikattan bir şey anlamadım. Ne zaman ki Üstadımın bir teveccühüne mazhar oldum, gözümde alem değişti. Her şeye bakışım, anlayışım değişti. Görmediğim bir çok şeyi görüyor, anlamadığım şeyleri anlıyordum.” Bunu fakir fırsat belledim ve “Efendim mazhar olduğunuz bu teveccühe inşallah bu fakir de mazhar olurum” dedim. Başbaşa olmamıza rağmen yavaşça eğilerek kulağıma “Amma İlhan efendi teslimiyet gerekli” buyurdular.

    O zamandan itibaren ‘teslimiyet nedir?’ diye düşündüm, araştırdım. Nihayet teslimiyet ile ilgili geldiğim nokta şu oldu; Eğer teslimiyet akılla, ihtiyari olarak olursa olmuyor, gayri ihtiyari olacak, gayri iradi olacak. Ne gibi? Mıknatısın cazibesine kapılan toplu iğneler gibi olacak. Mıknatıs nereye çekilirse toplu iğneler de oraya gider. Teslimiyet işte bu. Teslimiyet, gayri ihtiyari, gayri iradi olarak muhabbet ile o bereketin, o huzurun, o cazibenin feyzine kapılıp gitmektir.

    Mesela Şah-ı Nakşibend Efendimizin büyük halifelerinden Muhammet Parisa Hazretleri vardır. Parisa, bekçi demektir. Muhtemelen bu bekçilik ünvanını mahalleli vermiştir. Çünkü Muhammed Parisâ Hazretleri ‘lazım olunursam beni aramasınlar’ diye cümle kapısının dışında her an hazır vaziyette, hizmet için beklermiş. Esnaf sabahleyin işlerine giderlerken onu orada görürler, akşam eve dönerlerken onu orada görürler. Peki nedir onu orada tutan kuvvet? İşte bu teslimiyettir.

    Bunu yakaladığınız zaman o neticeye ulaşmak mümkün oluyor. Fena fil mürşid dedikleri hadise tahakkuk ediyor. Bu dönemde evliya menkıbeleri okumaktan, dinlemekten çok hoşlanılırmış. Artık salikin memleketi üstadının oturduğu yerdir.

    Konya’da iken Arabacı Mustafa Efendi diye bir dostumuz vardı, bana bir gün “Hocam rüyasında her gün mürşidini görmeyen kişi derviş olur mu?” diye sorardı.

    Bundan önce fenafil ihvan yani kardeşlik hukuku geliyor.

    Cenab-ı Hak zeytinden bahsederken “Onun ne şarkî ne de garbî olduğunu, güneşin doğuşundan batışına kadar güneşi aldığından” bahseder. Öyle olan zeytinin hem zeytini hem zeytinyağı halis ve muhlis olur. Dervişlerin rabıtaları da zeytin ağacı gibi olursa mükemmel olur. Vakit vakit değil de devamlı olursa muteberdir.

    Sami Efendimiz Hazretleri’nin kerimesini istedikleri zaman ihvanı ile istişare etmişler. O zaman akrabaları demişler ki; “Görüyor musunuz dervişleri ile istişare ediyor, bize danışmıyor.” Buyurmuşlar ki; “Bizim asıl akrabamız ihvanımızdır.” Bir daha söyleyelim, din kardeşliği kan kardeşliğinden çok, çok, çok üstündür.

    Fena fiş şeyh makamından sonra ise fenafir resul hali tecelli ediyor. Bu dönemde ise hadis okumaktan çok zevk alınır, Kainatın Efendisi sallallahu aleyhi vesellem ile oturulur kalkılır, başka yerde duramayıp Medine’ye gitmek arzu edilirmiş.

    Ondan sonra da fenafillah, bakabillah tecelli eder. İşte o zaman tam ihsan makamı tecelli eder ve o dervişin vatanı bütün alemdir.

    Sami Efendimize sormuşlar “Sizin için en büyük tehlike nedir?” diye. Cevabı, “Bir an Allah’tan gafil olmaktır” oluyor. Hadisi şerif’te Peygamber Efendimiz “Gözlerim uyur ama kalbim asla uyumaz” buyururken işte tam da bunu ifade etmektedirler.

    ilhan armutcuoğlu hoca

    Esat Efendi Hazretleri’nin gazellerinde geçiyor. Fenafillah neşesidir şu ifadeler:

    Ne darım var benim Esat ne de meyli diyarım var
    Cemâli yardan başka diğer bir intizârım yok

    Avamın “La ilahe illallah” dediği zaman Kelime-i tevhitten anladığı şudur, “Allah’tan başka mabut yoktur.”

    Eğer biraz mertebe alırsa, havas deniyor onlara, Kelime-i tevhid’den anlaşılan, “Mahbup da, maksut da ancak O’dur” oluyor. Yani sevilen de istenilen de ancak ve ancak O’dur.

    Üçüncü metebeye gelince ise Kelime-i tevhit’den anlaşılan, “O’ndan başka hiçbir mevcut yoktur” anlayışı olur. Bütün alem Cenab-ı Hakk’ın eseridir, o kişi Cenab-ı Hak’tan başka hiçbir şey görmez.

    Bütün bunlardan sonra ise Bakabillah mertebesi tahakkuk ediyor. Kulun Allah-u Teala’dan razı olması ve Allah-u Teala’nın da o kulundan razı olması keyfiyeti gerçekleşiyor.

    ŞATHİYATA İTİBAR EDİLMEZ AMA KERAMET VARDIR

    Ender DOĞAN: Tasavvuftaki şat­hiyatlarla ilgili düşünceniz nedir hocam?

    İ. ARMUTÇUOĞLU: Evliyaullahın kümmelini (kamilleri) onlara pek itibar etmezler. En büyük keramet istikamettir.

    Ama keramet haktır. Nasıl ki peygamberlerden mucizeler zuhur eder, evliyaullahda da keramet vardır. Şeyhu’l ekber Muhiddin-i Arabi Hazretleri’nin Fütuhâtı Mekkiyye adlı bir eseri vardır. Onda bir bölüm var, diyor ki: “Peygamberimizin kurduğu devletten ve Hulefa-i raşid’den sonra en muhkem devlet Osmanlı’dır” Bunu söylediği vakit Osmanlı Devleti diye bir şey yok ortada. Muhyiddin-i Arabî Selçukiler zamanında yaşamıştır ve henüz Osmanlı devleti kurulmamıştır. İşte bu bir keşif halidir Allah-u teala’nın bildirmesi ile olur.

    Balıkesirli Tahsin Yatman ağabeyimiz anlatıyor: Bir gün Bursa’da Emirsultan Camiinin girişinde bir meczupla karşılaştım. “Ver de versinler” diyordu. Hoşuma gitti elimi cebime attım bir miktar para çıkarıp verdim. Fakat verdiğimin az olduğu kanaati oluşunca elimi tekrar cebime attım bu sefer bereketlice çıkanı takdim ettim. Meczup “Seni sevdim ben, gel buraya” deyip “Çıkar kalemi kağıdı sana İsm-i Azam’ı yazdırayım” dedi. Ben de “Bir yere bağlıyım, üstadımın izni olmadan olmaz” dedim. Meczup “Ben Sami Efendi Hazretleri’ne sorarım deyip bir müddet gözlerini yumduktan sonra “Sami Efendi şu anda bir yazıhanede muhasebe işi ile meşgul, sordum müsade etmedi” dedi. Sonra tekrar bana “Dur ben senin kalp gözünü açıvereyim” dedi. Ben de “Üstadımız müsaade etmezse onu da istemem” dedim. “Sorayım” dedi ve bir müddet sonra “Buna da izin vermedi” dedi.

    Birkaç ay sonra Sami Efendi Üstadımızı ziyaret ettiğim sırada kendisine Bursa’da yaşadığım hadiseyi hatırlattım. Sami Efendi “Evet o zat evliyadan filan zattır vakti zamanı geldiğinde İsmi Azam’a da devam edersiniz, inşallah kalp gözleriniz de açılır” buyurdu.

    Salikde bazı şeyler vaktinden evvel zuhur ederse çok tehlikeli olur. Oyalanmadan yol almak gerekir.

    TASAVVUF: DİNİ GERÇEK ANLAMDA YAŞAMA YOLU

    S. TAN: Efendim anlattığınız haller farklı haller. Siz aynı zamanda bir hocaefendisiniz. Şer’i ölçüler içindeki tasavvuf, sizin anladığınız tasavvuf nedir?

    İ. ARMUTÇUOĞLU: Farzlar bütün mü’minlere Cenabı Hakk’ın kesin emridir. Vacipler de öyledir. Sünnetler ihtiyaridir, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in yaptıklarıdır. Kur’ân ve din Resul Ekrem Efendimiz’in yaşayışıyla hayat bulmuştur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem emri hak vaki olduktan sonra vazifesini tamamlamış vefat etmiştir. Bu din kıyamete kadar baki olduğuna göre Efendimiz Sallallahü aleyhi ve sellem gibi dini yaşamak nasıl mümkün olacaktır? İşte O’nun varisleri olan gerçek alimler ve evliyaullah ile mümkün olacaktır. Onların yoluna da tasavvuf, tarikat deniyor. Aslında tasavvuf sünneti yani dini gerçek manada yaşama yoludur. Titiz bir şekilde bu yaşama gerçekleşirken Kur’ân ve sünnetten ayrılmak ne kelime, onları en ince şekilde anlamaya çalışmaktır. Şirke düşmeden, tevhidî anlayıştan ayrılmadan Rabbimiz ile gerçek anlamda bağ kurma sanatıdır. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in izinden zinhar ayrılmamaktır. O’nun sevdiklerini sevmek, onun uzak durduklarından uzak durmaktır.

    S. TAN: Hocam teslimiyetten bahsediyorduk buralara geldik.

    İ. ARMUTÇUOĞLU: İşte bizim anladığımız teslimiyet Allah’a ve onun Rasulüne gerçek anlamda teslimiyettir. Ashab-ı kiram efendilerimizin Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e tam anlamıyla teslim olabildikleri için ashab-ı kiram olmuşlardır. Biraz önce bahsettiğim üzere muhabbet yukardan gelir ama onların sevmesi için de teslimiyet gerekir. Kalp dil ve beyin bir olacak, istikamet üzere olacak.

    İslam’ı ihsan makamında yaşamak için kuvvetli bir iman ile tam bir teslimiyetden sonra gerekli olan başka şeyler de vardır Bunlardan birisi olan altyapı fevkalade önemlidir. Alt yapıdan kastımız ise kabiliyettir.

    Hazreti Mevlana’nın bir sözü var; “Kabiliyetsizle uğraşmak kubbe üzerinde ceviz durdurmaya benzer.”

    Peki nedir kabiliyet?

    Birincisi nikahtır, nikah yolundan gelecek. Allah-u Teala’nın emriyle, Peygamber Efendimiz’in kavliyle, İmam-ı Azam Efendimiz’in ictihadı ile, tarafeynin rızasıyla, en az iki şahid-i adilin şehadeti ile, mihr tesmiyesiyle kıyılmış bir nikah yoluyla gelmelidir. Nikah kıymak kolay ama muhafazası zordur. Ciddiyet, vakar, dile sahip olmak ister.

    Necip Fazıl üstad diyor ki “Ben annemin babamın ilk evladıyım, o muhabbetli günlerde meydana geldim” yani nikahın sıhhatli günlerine işaret ediyor.

    İkincisi helal rızık ile beslenmektir.

    Üçüncüsü mürşit terbiyesidir. Eğer altyapı yok ise bu üçüncü müdahele arzu edilen nispette verimli olmuyor. Alt yapısı olmayan kişi gelir istifade edebildiği kadar eder ama zirvelere tırmanma meselesi nasip olmaz.

    Bir gün Şah-ı Nakşibend Haz­ret­le­ri’nin dergâhına Muhammed Parisa geliyor. O gün eve Şah-ı Nakşibend çok neşeli dönüyor. Hanımanne “Efendi bugün çok neşelisin hayırdır?” diye sorunca Şah-ı Nakşibend Hazretleri “Evet bugün ağımıza bir şahin düştü” diyor.

    Evliyaullah Hazeratı dergâhına ilk gelen kişinin kabiliyetini görür.

    Bir mürşidi kâmile bağlanmadan gerçek eğitimden geçilmez. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor: “Gerçek âlimler peygamberlerin varisleridirler.” Gerçek alimler mürşidi kâmiller, evliyayı kiram hazeratıdır. İşte onların marifeti ile dinin ruhu kıyamete kadar devam edip gidecektir. Nasibi olan alıyor, nasibi olan buluyor.

    Seyr-i sülûk görmemiş bir ilim adamı ile seyr-i sülûk görmüş bir ilim adamı arasında yerlerle gökler arasındaki kadar fark vardır. Oturup kalkmasında, nezaketinde, konuşmasında edep ve erkanında çok fark vardır. En önemlisi muamelatında çok fark vardır.

    Bir kaziyyedir, “Bu yolun zîr-u bâlâsı iki adımdır” denir. Bu yolun tabanı ile tavanı iki adımdan ibarettir. Biri nefse kadem basmak, diğeri Sübhân’a ermektir. Eğer nefsine söz geçirebilirsen ikinci adım vuslattır. Nefis terbiyesi başka türlü mümkün değildir ancak mürşidi kamil eliyle olur. Kitabi bilgilerle olmaz.

    S. TAN: Nefs terbiyesi de çok zor bir hadise değil mi efendim? Kolay kolay nefsle başa çıkılmıyor.

    İ. ARMUTÇUOĞLU: Nefs terbiyesi tabii çok zor bir hadisedir. Herkes beceremez. Sami Efendimiz Hazretleri’nden hiç ‘ben’ lafını duyan yoktur. Normal konuşmanızda ben demeniz bile bir benlik çağrıştırır. Enaniyet çok zor terbiye edilir.

    Meşayihden birisinin kapısı çalınmış. İçerden “Min” diye bir ses gelmiş. Araplar ‘men ente’ yerine böyle söyleyiverirler. Kapıya gelen “Ene” demiş. İçerideki ses “Bu kapıdan içerin girmedi” demiş. Yani enaniyetini öldür ondan sonra gel demek istiyorlar.

    Şeytanın İblis olması enaniyetinden, kibirindendir.

    Dikkat ederseniz bütün büyüklerde yaptıkları ibadetlerden, hizmetlerden hiçbir bahis yoktur. Mesela Yunus Emre hiçliğe güzel bir örnek sergiler;

    Nice yüzbin günah ettim hu Mevlam hu
    Her biri bir dağa benzer hu Mevlam hu

    Peki ibadetlerin, zikrin, fikrin nerede? Onlardan bahis yok.

    ÖNCE AKIL, SONRA AŞK REFREFİNE BİNMEK…

    S. TAN: Nefs terbiyesi akılla mümkün müdür hocam?

    İ. ARMUTÇUOĞLU: Hazreti Mevlana “Akıl bir yere kadar işe yarar da bir yerden sonra biter” diyor. Kişinin mükellef olabilmesi için elbette şer-i şerif ölçüleri içerisinde akıl gereklidir. Ama teâlî ve terakkinin şartı bir çizgiye kadar akılla geldikten sonra aşk refrefine binmektir. İşte o aşkı nefreti de her dala konmaz. Aşk refrefine binebilmek için biraz önce bahsettiğimiz üzere önce iman, sonra muhabbet ve teslimiyet, sonra amel, sonra alt yapı gereklidir, nasip gereklidir.

    S. TAN: Hocam sevenlerinize, kardeşlerinize, gençlere bırakmak istediğiniz bir mesaj var mı?

    İ. ARMUTÇUOĞLU: Eğer akılları varsa derviş olsunlar. Gençlere tavsiyem de aynen bu. Kelime kemâline masruftur. Onun için ehil olmak kaydı şartıyla kâmil bir mürşide intisap etmek fevkalade önemlidir.

    Sevmek sevilmek oradadır. Huzur denizine dalmak oradadır. Derya gibi gönül sahibi olmak oradadır. Saflaşmak oradadır, iyilik oradadır, melekleşmek oradadır.

    Hayat oradadır, ilim oradadır, safa oradadır. Aşk oradadır, feyiz oradadır, mutluluk oradadır. Birinci cennet oradadır.

    Kur’ân-ı Kerim’de bir ayeti keri­me’de şöyle buyurulur:

    “Rabbinin makamından korkanlar ve onu sevenler için iki tane cennet vardır.” İşte bu iki cennetten ilki bu dünyadadır, ikincisi ise ahirettedir. Peki bu dünyada cennet nasıl olur?

    Onu da sadıklarla beraber olanlara, sıdk içinde yaşayanlara, aşk refrefine binenlere sor.

    Ehli dünyanın dünya nimetlerinden aldığı zevk o muhabbet ehlinin aldığı zevkin yanında bir hiçtir.

    Şeyh Galip diyor ki;

    Aşıkda keder neyler, gam, halkı canındır
    Koyma kadehi elden söz piri muğanındır

    Burada kadehten maksat elbette muhabbetullahtır.

    Rabbi zülcelal Hazretleri hepimizi aşk ehli eylesin. İman ile son nefesimizi verip ahirette büyüklere komşu eylesin. Âmin.

    S. TAN: Hocam çok teşekkür ediyoruz.

    İ. ARMUTÇUOĞLU: Yolumuzun düsturlarından birisi olan halk içinde olacaksınız ama Hak ile beraber olacaksınız. Müessir duruma gelmek için bir an evvel seyr-i sülûk ikmal edilmelidir. Eğer öyle bir duruma gelirseniz bir yerde oturup geçenlere nazar etseniz bile sizin bakışlarınızdan faydalanırlar. Siz nazargahı ilahî olursanız sizdeki tecelli etrafa akseder ve siz ayna vazifesi görürsünüz. Sizinle karşı karşıya gelen insanlar sizden istifade etmeye başlarlar. İnsan yetiştirmek çok önemli bir hadisedir. İnsan yetiştirmek gerçek anlamıyla evliyaullah hazeratının eliyle olur. Evliyaullah hazeratı bazen evlatlarının içinden bir kişinin yetişmesi için yıllarca beklerler. Bu da Allah-u Teâlâ’nın takdir edeceği bir nasip meselesidir.

    Eski Said, Yeni Said

    S. TAN: Hocam Said-i Nursi için ‘tarikat ehli olmayan mutasavvıftır’ değerlendirmeleri oluyor. Bu konuda sizin malumatınız nedir?

    İ. ARMUTÇUOĞLU: Isparta İmam Hatip Okulu’nda okurken Said-i Nursi Hazretleri Isparta’da ikamete mecbur idi. Cuma namazına Ulucami’ye gelir idi. Biz de o zaman iç ezanlar okurduk. Son cemaat mahallinde dururdu. Fakir onun namaza duruşunu seyrettikten sonra namaza dururdum. Tekbir alırken kendisini öyle bir kurardı ki, tekbir aldıktan sonra ellerini bağlayıp yumulduğu zaman gitmiştir.

    Bir gün bir teneffüste okulun bahçe duvarında oturuyorum. Bir fayton önümden geçerken içindeki zat elini sallayarak selam verdi. Ben de selamını aldım meğer Said-i Nursi Hazretleriymiş.

    Malum Said-i Nursi İstanbul’a geldiği zaman bütün medreseleri dolaşmış, onlarla ilgili beyanlarda bulunmuş.

    Kelami Dergahı Postnişini Şeyh Muhammed Es’ad Erbilî Hazretlerini de ziyaret etmek istemiş. Ziyarette Sami Efendi de varmış. Yani üç kişi olmuşlar.

    Bize bu hadiseyi Sami Efendi Hazretleri bizzat anlattı:

    Said-i Nursi mükâleme olmadan üç tane soru soruyor. İlk sorusunu sorunca öyle cazip bir cevap alıyor ki heyecanla ayağa fırlıyor, “Vallahi doğru” diyor. Diğer soruların cevabı da kendisini aynı şekilde tatmin edince yine ayağa fırlamış. Bu sefer üçü birlikte ayağa kalkmışlar. Said-i Nursi “Bana Kadiri yolunu tarif edin” demiş. Orada Kadiri dersi vermiş Esad Efendimiz Hazretleri. Zaten tabiatı ona mütemayil. Sonra Esad Efendimiz Said-i Nursi’nin sırtını üç defa sıvazlayarak ve Sami Efendi’ye dönerek demiş ki “Bu Said, yeni Said.” Eserlerindeki eski Said yeni Said ifadelerinin dönüm noktası yani aslı bu hadisedir.

    Said-i Nursi Hazretleri’nin hayatının son yıllarında yaşanan bir hadiseyi bizzat Ladikli Hacı Ahmet ağa bana söylemişti. Said-i Nursi’ye “Ey Said bütün ömrünü mücahede ve mücadele ile geçirdin. manevi makamlardan hangisini istersin?” diye sorulmuş. Ahmet ağa “Bu soru üzerine bütün ehl-i dil kulak kesildi”, diyordu. Said-i Nursi “Ya Rabbi beni kulluğundan reddetme başka bir şey istemem” diye cevap veriyor. “Dünyayı sarsan bir hadise olmuştu” demişti Ahmet ağa. Kısa bir müddet sonra da vefat ediyor. Esad Efendi ile buluşmasından sonraki hayatı ve eserleri meydandadır. Mesele bundan ibarettir.

    Küçük Gibi Görünen Bir İmtihan

    Fakir 1985 ve 1990 yılları arasında Mekke-i Mükerreme’de kaldım. O yıllarda Mekke’de kıraat dersi vermiştim. Ümmül Kura Üniversitesi’nde okuyan talebelerimden iki kişi vardı. Birisi Abdullah Cüheni diğeri Feysal el Gazzavi idi. Sonra onların ikisi de Kabe’ye imam oldular.

    Musa Topbaş ks ile
İlhan Armutcuoğlu
    Musa Topbaş ks ile

    O yıllarda Musa Efendimiz Hazretleri umreye geldi. Arafat civarlarında bir evde sohbet oldu. Mühendis Ali Kemal Bey’in arabasıyla Mekke’ye dönüyoruz. Arabada Osman Efendi de var. Musa Efendi fakire buyurdu ki “İlhan efendi aklımdakini oku bakalım.” Evliyaullahın küçük gibi zannedilen imtihanlarından birisi. O zamana kadar fakir uslu uslu duruyordum. Bu teklif karşısında bütün hücrelerim harekete geçti. Rabbimin lütfu inayetiyle arzu ettikleri kasideyi okudum. Ali Kemal Bey arabayı sanki bir gelin arabası gibi yavaş yavaş kullanıyor, yol bitsin istemiyordu. Yavaşça Musa Efendi’nin çehresine baktım, sürur halinde. Gözyaşları içinde bir huzur hali yaşadık.

    S. TAN: Ne arzu edilmişti hocam?

    İ. ARMUTÇUOĞLU: Fakirin bir şiiri;

    Yüce düsturu tarikat yüce adabı usul
    Alınıp desti ezelden sunulur deste usul
    Uzanır ta kıyamet bulunur erbâbı vusul
    Alan el sen, veren el sen, evet Ey fahri Rusül
    Vurulur Hazreti Musa’ya elhak o meşihat mührü
    Vurulan tuğrayı Sami, vuran el emri Rasül

    O gün orada bir şey daha gördüm. Osman Nuri Topbaş Bey umreden erken ayrılacakmış. Veda tavafından sonra Musa Efendi’nin dizinin dibine oturdu, bir evladın babaya hürmetini orada gördüm. O nezaket, o saygı nasıl olurmuş orada gördüm.



  • İlhan ARMUTÇUOĞLU Hocamızın Vefâtına Tarih

    Şâir Tâlî


    «Hüdhüd idi hep bahâra göçtü,
    Bülbül idi gülizâra uçtu
    1445

    Müftüydü cesur, yürekli, hasbî,
    Şâir ve edipti, Hakk’a tâbî,
    Sûfîleri cem ederdi kalbi,
    Şehbâlini şimdi Arş’a açtı…

    Hâfızdı, ederdi bol tilâvet,
    Kur’ân’a gönülden etti hizmet,
    Aşkıydı onun zikir ve sohbet,
    Namnam’da civâra neşve saçtı…

    Zikreyleyerek ömür sürerdi,
    İnşâallah, Cemâl’e erdi,
    Bürde’yle, salât dilinde virdi,
    «İlhan Hocamız Nebî’ye uçtu.» 1445


  • Zikr-i Kesîr

    üzkurullahe zikran kesira
Allahı çok çok anın zikredin...

    Zikr-i Kesîr Nasıl Olur?

    Bir gün Medine-i Münevvere’de oturuyoruz. Saatçi Osman Efendi vardı. İlim deryasıydı. Fakir Me­di­ne-i Münevvere’de iken ya Mescid-i Ne­bi’de ya da onun evinde olurdum.

    Bir gün kendisine “Zikri kesîr nasıl olur?” diye soruldu.

    Buyurdu ki; “Hani karpuz keserken ikiye böldüğümüz sırada bıçak biraz kayıverir ve yarının yarısı biraz eksikçe yarının yarısı biraz fazlaca olur. 24 saatin yarısından biraz fazlasında Allah’ı unutmazsa zikr-i kesîrin tabanına ulaşmıştır. O kişi zikr-i kesîr yapıyor demektir. Ama 24 saatin tamamında Allah’tan gafil olmuyor ise işte o kişi zikrin tavanına ulaşmıştır.


    Altınoluk Dergisi, 379. sayı, Eylül 2017.





  • Hakka Kulluğa, Rasûle Ümmet Olmaya Geldim*

    Derya Kılıçkaya
    Altınoluk Dergisi, 435. sayı, Mayıs 2022.

    Mescid-i Nebevî

    Sami Efendi hazretleri, eserlerinde ve sohbetlerinde, ümmet kavramını anlatırken Bakara Suresi 286. ayet bağlamında, bizden önceki ümmetlere ağır yükler yüklendiğini, ancak Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetine pek çok ilahi lütuflar verildiğini, bunun için Allah’a şükretmek gerektiğini anlatmıştır.

    İlhan Armutcuoğlu, Nakşibendiyye-Halidiyye şeyhi Mahmut Sami Ramazanoğlu (ks.)’nun nazarlarına, sözlerine muhatap olmuş, onun dizine diz değdirmiş, onunla aynı mekânı ve zamanı paylaşmış kişilerden biridir. Bu yazıda, hayatı bizim için güzel bir örnek olan Allah dostu Sami Efendi hazretlerinin [i], yazdığı rubailerle (dört dizeden oluşan ve aruz kalıbıyla meydana getirilen bir şiir şekli) tanınan İlhan Armutcuoğlu’na nasıl tesir ettiğinden bahsedilecek, bu hususta şairin kaleme aldığı şiirlerden bir demet sunulacaktır. Mahmut Sami Ramazanoğlu (ks.)’nun etrafında bulunmuş, onun etkisi altında kalmış ve Kaside-i Bürde’yi manzum bir şekilde tercüme etmiş olan şair İlhan Armutcuoğlu’nun, Ocak 2011’de Erkam Matbaası tarafından yayımlanan “Cum’a Mesajları” isimli şiir kitabında Hz. Peygamber’i nasıl ele aldığı, onu nasıl algıladığı değerlendirilecektir. [ii]

    1.

    Gözlerim uyur, kalbim uyumaz buyurdu Nebî..(S.A.V.)
    Her an Onunla, bir hayât sürdü tek örnek Nebî!..(S.A.V.)
    Onun izinde yürüyebilmek lütfeyle yâ Rab!..(C.C.)
    İşte böylece uyan ey ümmet!.. Buyurdu Nebî…(S.A.V.)

    Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, hayatının her anında Allah ile beraber olduğunun bir göstergesi olan ilk mısradaki hadis, Esad Efendi tarafından zikrullahtan bir an gafil olmamak şeklinde değerlendirilmiştir. [iii] Ethem Cebecioğlu ise bu hadisin Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in huzur uykusuna işaret ettiğini ifade eder: “Gaybetteki huzur hâlinde göz kapalı ama kalp uyanıktır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav)’in uykusu murakabeden ibaretti. Yani uykusu, huzur uykusudur. Bu yüzden ‘Tenâmu aynâye velâkin lâ yenâmü kalbî’ yani ‘Gözlerim uyur lakin kalbim (aklım) uyumaz.’ demiştir. Gaybet, uyku olmayan uykudur ve bu uykuda rüya olmayan rüya yani vakı’a rü’yet edilir.” [iv] Dolayısıyla, Hz. Peygamber (s.a.v.) her an, uykusunda bile Allah’la beraberdir.

    Şair, rubaisinde Allah’a dua ederek onun Müslümanlar için tek örnek olduğunu, onun izinden yürüyebilmeyi nasip etmesini diler. Ümmetin uyanışı ancak bu şekilde olabilecektir. Mahmut Sami Ramazanoğlu (ks.) da eserlerinde, Hz. Peygamber’in en güzel örnek olduğunu vurgulamıştır. Rasûlullah, halkı yirmi üç yıl dine davet etmiştir. O, İslam’a hikmetle, anlaşılır mevzularla davette bulunmak, sonra münakaşa için en ılımlı tarzı tutmak hususunda örnek alınmaya layık bir kimsedir. İlhan Armutcuoğlu, Hz. Muhammed’in örnekliği hususunu eserindeki başka rubailerinde de ele almıştır.

      2.

    Hakka kurbiyyet lafla olmuyor örneklere bak!..
    İbrâhîm’e bak, İsmâîl’e bak, son örneğe bak!..
    Hazret-i Ahmed, en büyük önder, Yüce Peygamber!..
    Allah’a dayan, Kur’ân’da beyân, işte ona bak!..

    İlhan Armutcuoğlu, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in örnekliği hususunu bu rubaisinde de işlemeye devam eder. Allah’a yakınlığın kolay bir şey olmadığını, bunun için örneklere bakılması gerektiğini dile getiren şair, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail örneğini verdikten sonra, son örnek olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e değinir. Onu bir önder, alemdar olarak nitelendiren şair, kişinin Allah’a dayanması gerektiğini, bunun Kur’an’da aynen beyan edildiğini belirtir. Sami Efendi’nin Hz. Peygamber algısında, onun model olması daima ön plana çıkar. O, geleneksel peygamber algısı üzerine, görüşlerini inşa etmiştir. Gelenekselciler, Hz. Peygamber’in modelliği konusunda hemfikirdirler. Modelliğinin sürmesinin ancak, ilkelerinin şekilden içeriğe kadar, sorgusuz sualsiz taklit edilmesi ile gerçekleşebileceğini savunurlar. Dolayısıyla, İlhan Armutcuoğlu’nda da geleneksel bir peygamber algısı vardır. Eserde, Farsça peygamber kelimesinin geçtiği tek rubai budur.

      3.

    Ka’betullah’dan Şehru’r-Rasûle uçtum da geldim!..
    Kasr-ı Namnam’dan, Kasr-ı Halîl’e coştum da geldim!..
    Mevlâm dilerse ilk cennetine dünyâda alır!..
    Hakka kulluğa, Rasûle ümmet olmağa geldim…

    Bu rubaide şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ümmet olmanın, yani onun getirdiklerine tabi olmanın ehemmiyetinden bahseder. Sami Efendi hazretleri, eserlerinde ve sohbetlerinde, ümmet kavramını anlatırken Bakara Suresi 286. ayet bağlamında, bizden önceki ümmetlere ağır yükler yüklendiğini, ancak Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetine pek çok ilahi lütuflar verildiğini, bunun için Allah’a şükretmek gerektiğini anlatmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e inanarak, onun yaptıklarını ve söylediklerini uygulayarak çevresinde toplanan Müslümanların tümüne ümmet denir. Şair de Mekke’den Medine’ye gittiğini, oralarda nasıl ibadet ettiğini aktarır.

    4.

    Ağrısız başta hayır yok kardeş!..
    Haktan gelene cân fedâ kardeş!..
    Yüce Nebîmiz neler yaşadı!..
    En büyük safâ cennette kardeş!

    Herkesin bir sıkıntısı vardır.”, “Dünyada rahat yoktur.”, “Lütfun da hoş kahrın da hoş.” fehvasınca Hakk’tan gelene razı olan tasavvuf ehlinin bir örneği de bu rubaide görülmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in örnekliği bu hususta da insanın işine yarar, çünkü o dünyada en çok sıkıntı çekmiş ve görmüş insandır. Mahmut Sami Ramazanoğlu (ks.) da Allah Rasûlünün çektiği sıkıntıları anlatmıştır. Eserlerinde bahsettiğine göre, bir defasında Allah Rasûlünü Kâbe’de yakalamışlar, onu tartaklamaya başlamışlar, Hz. Ebubekir yetişip Rabb’im Allah dediği için, bir insana böyle davranılamayacağını söylemiştir. Yine bir gün, Allah Rasûlü Kâbe’de namaz kılarken Ukbe b. Muayt üzerine pis ve kirli şeyler atmış, onu boğmaya çalıştığı sırada Hz. Ebubekir yetişmiş ve kurtarmıştır. Müşrikler, Uhud Savaşı’nda Allah Rasûlünü yaralar ve dişini kırar. Yüzünü, al kana boyarlar. Allah Rasûlünün zırhının iki halkası gözünün altında elmacık diye tabir olunan yere, fena hâlde saplanır. Ebu Ubeyde b. Cerrah bu halkaları dişi ile çıkarmıştır. Çıkarırken kendisinin iki dişi düşmüştür. Allah Rasûlü, kanının yere damlamasından dolayı kavmine azap gelmesin diye yüzünden akan kanı silmiş ve kavminin hidayeti için dua etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.), zor zamanlarında bile, nesillerinden Müslüman gelmesi ihtimali olan kimseler hakkında beddua etmemiş ve onların yok olmasını istememiştir.

    Şairin dört rubaisini ele alarak onun, mürşidi Sami Efendi hazretleri odağındaki Hz. Peygamber (s.a.v.) algısını değerlendirmeye, Sami Efendi’nin şairdeki tesirini gözler önüne sermeye çalıştık.

    Rabb’imiz, iyi amel sahiplerinin / salihlerin yolundan bizleri uzaklaştırmasın. Âmin.


    Dipnotlar:
    * Bu yazıyı, 11 Nisan 2020’de 22 yaşında koronadan kaybettiğim İTÜ Uçak Mühendisliği son sınıf öğrencisi kardeşim Emircan Kılıçkaya’ya ithaf ediyorum.

    [i] Sami Efendi’nin hayatı ve tasavvufi görüşleri hakkında geniş bilgi için bk. Vahit Göktaş, Mahmud Sami Efendi Hayatı ve Tasavvufi Görüşleri, Ankara Kalem Neşriyat, 2. Baskı, Ankara 2020.

    [ii] Sami Efendi’nin Hz. Peygamber algısı hakkında geniş bilgi için bk. Abdullah Sami Avcı, “Çağdaş Tasavvuf Çevrelerinde Hz. Peygamber Algısı: Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Örneği”, Kocaeli İlahiyat Dergisi 2/2 (2018).

    [iii] Vahit Göktaş, Tasavvuf Yazıları, İlâhiyât Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2014 içinde Vahit Göktaş-Ali Tenik, “Muhammed Es’ad Erbili (1847/1931)’nin Zikirle İlgili Görüşleri”, s. 137.

    [iv] Ethem Cebecioğlu, “Gaybet Uyku Olmayan Uykudur”, Altınoluk, S. 431, Ocak 2022, s. 29.



dervişler (10) dervişân (31) dil (4) divân-ı ilhan (3) dişçi mehmed efendi (3) dr hulusi baybal (2) dua (2) edeb (2) ehlullah (9) habibullah (2) haremeyn (9) havf ve reca (2) hayatı (2) ilhan armutçuoğlu (20) ilticâ (2) imam gazali (4) insanı kamil (3) kabe-i muazzama (3) kabir taşı kitâbesi (6) kalb (7) kitâbe-i seng-i mezâr (7) Kur'an-ı Kerim (5) Medine-i Münevvere (5) muhabbet (2) muhabbeti rasulullah (4) muhabbetullah (2) muhammed es'ad erbîlî (3) musa topbaş (4) Muğla evliyâları (4) naat (2) namnam kasrı (13) osman nuri topbaş (2) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) (4) ramazanoglu mahmud sami (13) rasulullah (3) seyri süluk (12) Sünnet-i seniyye (2) tasavvuf (31) zikrullah (4) şiirler (2)

Go back

Your message has been sent

Warning

Bize ulaşın:


Go back

Your message has been sent