ilhan armutcuoğlu hocaefendi

Gönül sultânlarına gönlümü verdim gitti..
Neyim varsa bezl ettim, akl ü idrâkim gitti..
Bir göz işâretinde saklıdır seyr u sükûn!..
Mürşîd-i asrı buldum, Yûnus’a döndüm gitti…
İlhan Armutcuoğlu

Hazîne

Son eklenenler...

  • Marmarisli Sarı Ana

    Marmaris’in manevi büyüklerinden Kanuni Sultan Süleyman devrinde yaşamış Sarı Ana’nın kabri, İlhan Hocamızın gayretleri ile ihyâ edilir…

    Kabir için İlhan Armutcuoğlu hocamız, manevi bir işaret üzerine bir mezar taşı kitâbesi kaleme alır. Mermere nakşedilen bu kitâbe halen kabirde yer almaktadır…

    GERÇEK BENDEYİM
                                 SARI ANAYIM.
    HER GÖNÜLDEYİM
                                 SARI ANAYIM.
    ELİMDE KİRMAN
                                  DİLİMDE ZİKRİM.
    MARMARİSLİYİM
                                  SARI ANAYIM

    Ruhu şerifleri için el-fâtiha…

    Marmarisli Sarı Ana
Kabir Taşı Kitabesi

  • Leylâ Hanım ve Divân-ı Leylâ

    İlhan Armutcuoğlu
    Diyanet Dergisi, Cilt: XVII, Sayı: 4, Sayfa:241-249, Mayıs-Ağustos 1978.


    Leylâ Hanım ve Divân-ı Leylâ makalesi Hocamız tarafından Leylâ hanımı ve kıymetli eseri olan divânını tanıtmak maksadıyla kaleme alınmıştır. 1978 senesinde Diyanet dergisinde neşredilen dokuz sayfalık makalede Leylâ hanımın hayatı ve divan nüshası hakkında malumat verilmiş, divanından gazel, nât ve münâcaatlarından bir demet sunulmuştur.

    Leylâ Hanım, 19. Asrın ilk yarısında şöhret kazanmış bir kadın
    şâirimizdir. Devrin paşalarından Kazasker Moralı-Zâde Hamid Efendinin kızıdır. Annesi, Keçeci-Zade İzzet Molla’nın kızkardeşidir. Leylâ
    Hanım, dayısı İzzet Molla’dan ders görmüştür. İlk şiir zevkini de ondan
    aldığı bilinmektedir.

    Genç yaşta evlenmiş ve fakat geçim yapamayarak ayrılmıştır.
    Sicilli Osmani’nin kayıtlarına bakılırsa, Leylâ Hanım şiirlerinin güzelliği ve akılcılığı sebebiyle “Bülbül” lakabını kazanmıştır.·

    Leylâ Hanının hazır cevaplığı, irticalen şiir söylemesi gibi husûsiyetleri, devrinin alakasını toplamak bakımından mühim bir faktör olmuştur.
    Leyla Hanım kocasından ayrıldıktan sonra hayatının geri kalan kısmını
    şiir ve mutalaa ile geçirmiş, bu müretteb divanı meydana getirmiştir.
    Divan Ta’lik yazı ile ilk defa 1844 tarihinde Bulak’ta basılmıştır. 1851
    tarihinde ikinci baskı olarak İstanbul’da Takvimhane-i Amire’de basılmış, üçüncü defa olarak 1883 tarihinde gene İstanbul’da basılmıştır.

    Eserlerinde de görüleceği üzere Leyla Hanım, tezkiye-i nefs yolunu,
    dervişliği de ihmal etmeyerek Mevlevî Tarikatına intisab etmiştir. Bu
    yolda hayli merhale katettiği şiirlerinden açıkça görülmektedir. Tasavvuf neşvesi olmasa Divan zaten bu üslüb içinde verilemezdi.

    Şâire’nin şu beytinden ha’cca gittiği, Medine-i Münevvere‘de Peygamber Efendimizi ziyaret ettiği de anlaşılmaktadır:

    “Harîm-i Ravzana sürmüş iken rûy-i siyâhım vâh!.
    Yine cürmü günâh’a mübtelâyım yâ Rasûlellah…”

    Makaleden:

    “Avrupalının aklının ermediği, şaşırıp kaldığı bir husuş şudur ki:
    Kişi ihtiyarladığı, 70-80 yaşlarına ulaştığı halde garip bir zindelik,
    engin bir coşkunluk içindedir. Bunun iksiri nedir ve nereden
    gelmektedir?

    Bilinmelidir ki bunun mayası, bereketi, ancak dergahlarda vardır, hak olan tarikat büyüklerinin ellerinde ve gönüllerinde saklıdır.
    Leylâ Hanım bütün coşkunluğu ve samimiyetini bağlı bulunduğu
    Tarikatına borçludur demek fevka’l-âde doğru olur. Hatta Divanı meydana getirmesindeki en önde gelen amil, Tarikâtıdır demek, gene doğru olur.

    Pek çok büyüklerde olduğu gibi bütün dünyayı kabrinde bile dize getiren Hazret-i Mevlana’daki bu güç, bu irfan, bu yücelik ve incelik ne midir?

    Hak Teala Hazretlerinin has kullarına, âşık ve sadıklara hususî lütfundan başka ne olabilir ki… İnsan oğluna vahyin meyvelerinden daha
    bereketli hiç bir şey verilmemiştir.


    “Şimdi bunlarla ne uğraşan var ne bilen… Başka milletlerin tarihimiz
    ve Edebiyatımız ile alakaları bizden çok çok fazla.

    Gençlerimiz bir gün boykot ve işgallerden, ellerini kardeş kanına bulamaktan kurtulur, kötü niyetlerin çirkin maksadlarını kirli yüzlerine
    çarparak, ilim ve irfanına tekrar döner inşallah. “


    Divanının daha bir çok bölümlerinde ıyş ve işretten, mey ve meyhaneden,
    pir-i muğandan, sâkî ve sâgardan, sevgi ve sevgiliden bahsetmektedir.
    Bütün Divan şairlerinde görülen, hatta büyük velî ve âlimlerin
    manzumelerinde dahi görülen bu terimlerden maksad ne olsa gerektir?
    Bu konuda son devrin büyük mutasavvıf âlim-şairlerinden Es’ad Efendi Hazretleri bakınız ne buyuruyor:

    “Velayet makamları sübût derecesine varmış, fazilet ve kemallerinin
    şahidi tevatür haddini geçmiş bulunan büyük ricâlin bazıları, tabiaten latif, meşreben zarif oldukları ve bir hayli manzûmelerinde mey ve
    mahbûbtan, sâki ve sagardan bahsetmekte bulundukları cümlenin
    ma’lumudur.

    Bu ise ayât-ı kerimedeki mecazlardan, istiarelerden zevk alamayan, husûsiyle i’tiraz etmeyi alışkanlık haline getirmiş bulunan kendini beğenmişlerin· itirazlarını mu’cib olduğundan işâret olunan zevâtın bunun gibi lafızlardan maksadlarının ne olduğunu beyan eylemek faydadan hâlî olmasa gerekir.

    Ma’lûm ola ki, nefis ve şeytan’a mahkûm, hevâ ve hevesine mağlûb
    olanlar, Tarik-i Süfiyye’ye· müntesîb bulunanların bil’cümle insani
    lezzetlerden mahrûm kaldıklarını i’tikad etmişler ve bu fâsid hayâl ile
    hallerini ma’nevî feyizlerden mahrûm bırakmışlar, uhrevî istikballerini bu
    sûretle tehdîd eylemişlerdir.

    Binâen aleyh, bu hakikatı anlayan ve bu misilli bâtıl zihniyetin ta’dilini arzû eyleyen evliyâ-yı kirâmın meşhûr şâirlerinden bir çoğu Tarikat-ı Sûfiyyede mevcûd olan ıyş ve işretten, şevk ve şetâretten, mey ve meyhâneden, pîr-i mugan’dan, sâki ve sâgardan, bezm ü tarab’tan mutrib ü mugannîden mahbûb-i hakîkîden dem vurmuşlardır. Ve mecâz ehlinin anlayabileceği ta’birler ile manzûmeler inşâ buyurmuşlardır.

    Şu kadar var ki bunların mahbûbu (sevgili), zevâl’e mahkûm olmayan
    Allahü Zü’l Celâl Hazretleriyle nebîler ve keremli velîlerin cemâlleri ve ma’nevi kemâlleridir.

    Mey (içki) dedikleri şey, gam ve dünyâ kasvetinden eser bırakmayan
    Allah sevgisidir.

    Meyhâne ise, dervişân için te’sîs edilmiş bulunan dergâhlardan ibarettir.

    Pîr-i Mugân’dan maksad, mürşid-i kâmillerdir.

    Sâkî ise, o muhabbeti sâliklerin gönüllerine dökmek için vasıta olan
    mürşîd-i kâmillerin halîfeleridir.

    Bezm, dervişânın toplu olarak ezkâr-ı şerîfe ve terennümât-ı latîfe ile o
    muhabbeti kana kana içtikleri ve bu safâ ile sermest olduklan
    demlerdir.

    Bu suretle vâki’ olan ifadelerden sonra şunu da beyân edelim ki;
    Bunun gibi zevât-ı kirâm mecâz vâdîsinde mevcûd olan dînî ve dünyevî mazarratın takdîri ile hakikat yolunda va’d olunan ebedî saâdetin tasvîr ve tercîhini akl-ı selîmin isâbetli; doğru muhâkemesinden ümitvâr bulunmuşlardır.

    Cenâb-ı Hak ve Hadî-i Mutlak Hazretleri ihvân-ı dinimizi nefs ve
    şeytan’ın esâretinden kurtarıp hürriyyet-i İslâmiyetlerinden mahrûm buyurmasın. Amin.”

    “Bu beyândan sonra, koca koca İslâm âlimleri ve velîler her türlü işreti teşvîk etmişlerdir, tabiat-ı şi’riyyeleri onları da yaralamıştır diyenlere denilebilir ki; Gerçek ârıza öyle zannedenlerin kısa idrâklerinde, dar görüşlerindedir.

    Tevfik ve hidâyet yüce Mevlâdandır.”


    Münâcât

    Rahmeyle bu dil-haste-i nâ-çâre ilâhî 
    Zahm-ı dilime senden olur çâre ilâhî

    Bir mücrim ü âsî kulunum rûy-i siyahım
    Afvınla nazar kıl bu günâhkâre ilâhî

    Bakma yüzünün kâresine rûz-i cezâda
    Bağışla beni Ahmed-i Muhtâr’e ilâhî

    Ol günde bırakma kerem et hâib ü hâsir
    Isyânım ile eyleme âvâre ilâhî

    Nefsim hevesiyle beni sen derbeder etme
    Aşkından eser ver bu dil-i zâre ilâhî

    Al benliğimi kayd-ı sivâdan beni kurtar
    Tâ vasıl olam rü’yeti dîdâre ilâhî

    Leylâ kulunu âteş-i aşkınla kebâb et
    Düzahda koyup yakma anı nâre ilâhî


    Leylâ Hanım


    Na’t

    Devâdır hâk-i kûyuñ haste-gâna yâ Resûlallâh 
    Şifâ bahş itdi nutkun cism ü câna yâ Resûlallâh

    Kevâkib saymadan isyânımın ta‘dâdı müşkildir
    Eğer afv itmesen sığmaz cihâna yâ Resûlallâh

    Buyurdun ümmetim isyân ider âhir zamân olsa
    Meseldir afv olur hâl-i zamâne yâ Resûlallâh

    Huzûra varmağa bâr-ı günehden yok mecâlim vâh
    Şebâbetde dönüp kaddim kemâna yâ Resûlallâh

    Bi-hakk-ı Hazret-i Zehrâ terahhum eyle bir kerre
    Yanup yakıldığım dem âşıkâna yâ Resûlallâh

    Ne rütbe ağlasam isyânımın bir zerresi olmaz
    Boyansa ağlamakdan dîde kana yâ Resûlallâh


    Bu kara yüzle dûzahdan dahi şerm eylerim billâh
    Degil Leylâ kulun lâyık cinâna yâ Resûlallâh

    Leylâ Hanım

    Makalenin tamamını okumak için buyurunuz.



  • Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere

    İlhan Armutcuoğlu Hocamız anlatıyor:

    Dünyada iki mukaddes şehir vardır ki, Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere‘dir. Bu iki şehirde işlenmediği halde her hangi bir ma’siyet işleme arzusu kalblerden geçerse kişi bunlardan da mes’uldür.

    Yılların tecrübesi ile görmüşüzdür ki, hacıların bir kısmı hac bitiminde Haremeynden ayrılmak istemez, bir kısmı da “Ne zaman döneceğiz?..” demeğe başlarlar…

    Bir kısım bahtiyarların vefatları da Haremeynde tahakkuk eder, Cennetü’l-Muallâ ve Cennetü’l-Bakî’de kalırlar…

    Merhum İlhan Hocamız Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere’de yaptıkları sohbetlerde bu hususa hassaten dikkat çekerler, haremeynde mukîm olan sevenlerini edebe tam dikkat edilmesi hususunda daima uyarırlardı.





  • Onun mevlidi, Ona muhabbet, îmândan gelir!..


    Yüce Mevlâmız, şerîki yoktur, nâzırı yoktur!..
    Yüce Nebîmiz, Habîbullahtır, şerîki yoktur!..
    Onun mevlidi, Ona muhabbet, îmândan gelir!..
    Herbir satırı Kur’ândan sonra, şerîki yoktur!..

    İlhan Armutcuoğlu


dervişler (10) dervişân (31) dil (4) divân-ı ilhan (3) dişçi mehmed efendi (3) dr hulusi baybal (2) dua (2) edeb (2) ehlullah (9) habibullah (2) haremeyn (9) havf ve reca (2) hayatı (2) ilhan armutçuoğlu (20) ilticâ (2) imam gazali (4) insanı kamil (3) kabe-i muazzama (3) kabir taşı kitâbesi (6) kalb (7) kitâbe-i seng-i mezâr (7) Kur'an-ı Kerim (5) Medine-i Münevvere (5) muhabbet (2) muhabbeti rasulullah (4) muhabbetullah (2) muhammed es'ad erbîlî (3) musa topbaş (4) Muğla evliyâları (4) naat (2) namnam kasrı (13) osman nuri topbaş (2) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) (4) ramazanoglu mahmud sami (13) rasulullah (3) seyri süluk (12) Sünnet-i seniyye (2) tasavvuf (31) zikrullah (4) şiirler (2)

Go back

Your message has been sent

Warning

Bize ulaşın:


Go back

Your message has been sent