
Yüce Mevlâmız, şerîki yoktur, nâzırı yoktur!..
Yüce Nebîmiz, Habîbullahtır, şerîki yoktur!..
Onun mevlidi, Ona muhabbet, îmândan gelir!..
Herbir satırı Kur’ândan sonra, şerîki yoktur!..
İlhan Armutcuoğlu
Hak dostlarından merhûm İlhan Armutcuoğlu Hocamızın sohbetleri, eserleri, tasavvuf ve seyrüsülûke dâir hâtıraları…

Yüce Mevlâmız, şerîki yoktur, nâzırı yoktur!..
Yüce Nebîmiz, Habîbullahtır, şerîki yoktur!..
Onun mevlidi, Ona muhabbet, îmândan gelir!..
Herbir satırı Kur’ândan sonra, şerîki yoktur!..
İlhan Armutcuoğlu

Mevlid kandili, O bir tek gece!..
Tek Nebîmizin doğduğu gece!..
Devr-i Âdemden Îsâ Nebîye…
Beklenen Nebî doğdu o gece…
İlhan Armutcuoğlu
Derya Kılıçkaya
Altınoluk Dergisi, 435. sayı, Mayıs 2022.

Sami Efendi hazretleri, eserlerinde ve sohbetlerinde, ümmet kavramını anlatırken Bakara Suresi 286. ayet bağlamında, bizden önceki ümmetlere ağır yükler yüklendiğini, ancak Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetine pek çok ilahi lütuflar verildiğini, bunun için Allah’a şükretmek gerektiğini anlatmıştır.
İlhan Armutcuoğlu, Nakşibendiyye-Halidiyye şeyhi Mahmut Sami Ramazanoğlu (ks.)’nun nazarlarına, sözlerine muhatap olmuş, onun dizine diz değdirmiş, onunla aynı mekânı ve zamanı paylaşmış kişilerden biridir. Bu yazıda, hayatı bizim için güzel bir örnek olan Allah dostu Sami Efendi hazretlerinin [i], yazdığı rubailerle (dört dizeden oluşan ve aruz kalıbıyla meydana getirilen bir şiir şekli) tanınan İlhan Armutcuoğlu’na nasıl tesir ettiğinden bahsedilecek, bu hususta şairin kaleme aldığı şiirlerden bir demet sunulacaktır. Mahmut Sami Ramazanoğlu (ks.)’nun etrafında bulunmuş, onun etkisi altında kalmış ve Kaside-i Bürde’yi manzum bir şekilde tercüme etmiş olan şair İlhan Armutcuoğlu’nun, Ocak 2011’de Erkam Matbaası tarafından yayımlanan “Cum’a Mesajları” isimli şiir kitabında Hz. Peygamber’i nasıl ele aldığı, onu nasıl algıladığı değerlendirilecektir. [ii]
1.
Gözlerim uyur, kalbim uyumaz buyurdu Nebî..(S.A.V.)
Her an Onunla, bir hayât sürdü tek örnek Nebî!..(S.A.V.)
Onun izinde yürüyebilmek lütfeyle yâ Rab!..(C.C.)
İşte böylece uyan ey ümmet!.. Buyurdu Nebî…(S.A.V.)
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, hayatının her anında Allah ile beraber olduğunun bir göstergesi olan ilk mısradaki hadis, Esad Efendi tarafından zikrullahtan bir an gafil olmamak şeklinde değerlendirilmiştir. [iii] Ethem Cebecioğlu ise bu hadisin Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in huzur uykusuna işaret ettiğini ifade eder: “Gaybetteki huzur hâlinde göz kapalı ama kalp uyanıktır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav)’in uykusu murakabeden ibaretti. Yani uykusu, huzur uykusudur. Bu yüzden ‘Tenâmu aynâye velâkin lâ yenâmü kalbî’ yani ‘Gözlerim uyur lakin kalbim (aklım) uyumaz.’ demiştir. Gaybet, uyku olmayan uykudur ve bu uykuda rüya olmayan rüya yani vakı’a rü’yet edilir.” [iv] Dolayısıyla, Hz. Peygamber (s.a.v.) her an, uykusunda bile Allah’la beraberdir.
Şair, rubaisinde Allah’a dua ederek onun Müslümanlar için tek örnek olduğunu, onun izinden yürüyebilmeyi nasip etmesini diler. Ümmetin uyanışı ancak bu şekilde olabilecektir. Mahmut Sami Ramazanoğlu (ks.) da eserlerinde, Hz. Peygamber’in en güzel örnek olduğunu vurgulamıştır. Rasûlullah, halkı yirmi üç yıl dine davet etmiştir. O, İslam’a hikmetle, anlaşılır mevzularla davette bulunmak, sonra münakaşa için en ılımlı tarzı tutmak hususunda örnek alınmaya layık bir kimsedir. İlhan Armutcuoğlu, Hz. Muhammed’in örnekliği hususunu eserindeki başka rubailerinde de ele almıştır.
2.
Hakka kurbiyyet lafla olmuyor örneklere bak!..
İbrâhîm’e bak, İsmâîl’e bak, son örneğe bak!..
Hazret-i Ahmed, en büyük önder, Yüce Peygamber!..
Allah’a dayan, Kur’ân’da beyân, işte ona bak!..
İlhan Armutcuoğlu, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in örnekliği hususunu bu rubaisinde de işlemeye devam eder. Allah’a yakınlığın kolay bir şey olmadığını, bunun için örneklere bakılması gerektiğini dile getiren şair, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail örneğini verdikten sonra, son örnek olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e değinir. Onu bir önder, alemdar olarak nitelendiren şair, kişinin Allah’a dayanması gerektiğini, bunun Kur’an’da aynen beyan edildiğini belirtir. Sami Efendi’nin Hz. Peygamber algısında, onun model olması daima ön plana çıkar. O, geleneksel peygamber algısı üzerine, görüşlerini inşa etmiştir. Gelenekselciler, Hz. Peygamber’in modelliği konusunda hemfikirdirler. Modelliğinin sürmesinin ancak, ilkelerinin şekilden içeriğe kadar, sorgusuz sualsiz taklit edilmesi ile gerçekleşebileceğini savunurlar. Dolayısıyla, İlhan Armutcuoğlu’nda da geleneksel bir peygamber algısı vardır. Eserde, Farsça peygamber kelimesinin geçtiği tek rubai budur.
3.
Ka’betullah’dan Şehru’r-Rasûle uçtum da geldim!..
Kasr-ı Namnam’dan, Kasr-ı Halîl’e coştum da geldim!..
Mevlâm dilerse ilk cennetine dünyâda alır!..
Hakka kulluğa, Rasûle ümmet olmağa geldim…
Bu rubaide şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ümmet olmanın, yani onun getirdiklerine tabi olmanın ehemmiyetinden bahseder. Sami Efendi hazretleri, eserlerinde ve sohbetlerinde, ümmet kavramını anlatırken Bakara Suresi 286. ayet bağlamında, bizden önceki ümmetlere ağır yükler yüklendiğini, ancak Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetine pek çok ilahi lütuflar verildiğini, bunun için Allah’a şükretmek gerektiğini anlatmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e inanarak, onun yaptıklarını ve söylediklerini uygulayarak çevresinde toplanan Müslümanların tümüne ümmet denir. Şair de Mekke’den Medine’ye gittiğini, oralarda nasıl ibadet ettiğini aktarır.
4.
Ağrısız başta hayır yok kardeş!..
Haktan gelene cân fedâ kardeş!..
Yüce Nebîmiz neler yaşadı!..
En büyük safâ cennette kardeş!
“Herkesin bir sıkıntısı vardır.”, “Dünyada rahat yoktur.”, “Lütfun da hoş kahrın da hoş.” fehvasınca Hakk’tan gelene razı olan tasavvuf ehlinin bir örneği de bu rubaide görülmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in örnekliği bu hususta da insanın işine yarar, çünkü o dünyada en çok sıkıntı çekmiş ve görmüş insandır. Mahmut Sami Ramazanoğlu (ks.) da Allah Rasûlünün çektiği sıkıntıları anlatmıştır. Eserlerinde bahsettiğine göre, bir defasında Allah Rasûlünü Kâbe’de yakalamışlar, onu tartaklamaya başlamışlar, Hz. Ebubekir yetişip Rabb’im Allah dediği için, bir insana böyle davranılamayacağını söylemiştir. Yine bir gün, Allah Rasûlü Kâbe’de namaz kılarken Ukbe b. Muayt üzerine pis ve kirli şeyler atmış, onu boğmaya çalıştığı sırada Hz. Ebubekir yetişmiş ve kurtarmıştır. Müşrikler, Uhud Savaşı’nda Allah Rasûlünü yaralar ve dişini kırar. Yüzünü, al kana boyarlar. Allah Rasûlünün zırhının iki halkası gözünün altında elmacık diye tabir olunan yere, fena hâlde saplanır. Ebu Ubeyde b. Cerrah bu halkaları dişi ile çıkarmıştır. Çıkarırken kendisinin iki dişi düşmüştür. Allah Rasûlü, kanının yere damlamasından dolayı kavmine azap gelmesin diye yüzünden akan kanı silmiş ve kavminin hidayeti için dua etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.), zor zamanlarında bile, nesillerinden Müslüman gelmesi ihtimali olan kimseler hakkında beddua etmemiş ve onların yok olmasını istememiştir.
Şairin dört rubaisini ele alarak onun, mürşidi Sami Efendi hazretleri odağındaki Hz. Peygamber (s.a.v.) algısını değerlendirmeye, Sami Efendi’nin şairdeki tesirini gözler önüne sermeye çalıştık.
Rabb’imiz, iyi amel sahiplerinin / salihlerin yolundan bizleri uzaklaştırmasın. Âmin.
Dipnotlar:
* Bu yazıyı, 11 Nisan 2020’de 22 yaşında koronadan kaybettiğim İTÜ Uçak Mühendisliği son sınıf öğrencisi kardeşim Emircan Kılıçkaya’ya ithaf ediyorum.
[i] Sami Efendi’nin hayatı ve tasavvufi görüşleri hakkında geniş bilgi için bk. Vahit Göktaş, Mahmud Sami Efendi Hayatı ve Tasavvufi Görüşleri, Ankara Kalem Neşriyat, 2. Baskı, Ankara 2020.
[ii] Sami Efendi’nin Hz. Peygamber algısı hakkında geniş bilgi için bk. Abdullah Sami Avcı, “Çağdaş Tasavvuf Çevrelerinde Hz. Peygamber Algısı: Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Örneği”, Kocaeli İlahiyat Dergisi 2/2 (2018).
[iii] Vahit Göktaş, Tasavvuf Yazıları, İlâhiyât Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2014 içinde Vahit Göktaş-Ali Tenik, “Muhammed Es’ad Erbili (1847/1931)’nin Zikirle İlgili Görüşleri”, s. 137.
[iv] Ethem Cebecioğlu, “Gaybet Uyku Olmayan Uykudur”, Altınoluk, S. 431, Ocak 2022, s. 29.
İlhan Armutcuoglu
Altınoluk Dergisi, 301. sayı, Mart 2011.
Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn Arabî Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserinde şöyle bir ibâreye yer vermiş:
İnne aslaha’d-düvel ba’de’s-sahâbe Eddevletü ‘l-Osmâniyye, felâ inkırâza’d-devle ilâ zuhûri’l-hatmi ve’l-kıyâm..
Peygamber Efendimizin yetiştirdiği Ashâbın kurduğu Devletten (Hulefâ-i Râşidîn devri) sonra en muhkem Devlet, Osmanlı Devletidir. Devletin yıkılması söz konusu değildir, birilerinin zuhûruna kadar.. Veyâ yıkılmaz, Kıyamete kadar devâm eder..
Câlib-i dikkat olan pek mühim hususlar var. Yukarıda arz ettiğim ibâreyi İstanbul Yıldız Câmiinde de görmüştüm.
Muhyiddîn Arabî Hazretleri bir defa Osmanlı dönemini görmemiş, Selçukîler devrinde yaşamıştır, bilindiği gibi peygamberlerde mu’cizeler, evliyâullahta da kerâmetler vardır, bu beyân bir defa kerâmet eseridir.
Özellikle Büyük Hâkân Abdülhamid Handan sonra ârızalar kendini göstermeğe başlamıştır.
“Yekûlûne bi elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim“ (Sûre-i Feth 11. âyet) bu âyet-i kerîmeye istinâden, dilleri ile söylerler, fakat kalblerinde bir şey yok. Ya’ni îman yok, İslâm yok..
İşte münâfık.. ta’rîfi bu.
Son Padişâh Vahdeddîn Hân’a kadar padişahlarımızın hepsi sağlam.. Ama yürütmedeki ârızalar bir asırdan beri bizleri nerelere getirdi. Bu günlerimize de binlerce şükür..
Gözlerim uyur, kalbim uyumaz buyurdu Nebî!..
Ölü kalblerden kurtar yâ Rabbî bi hakk-ı Nebî!..
Bunca cinâyet, isyân, hıyânet, mes’ûlleri kim?!..
Gerçeğe döndür mazlûm Milleti hâtır-ı Nebî!..
Selçukluların beyliklere ayrılmasından sonra Büyük Velî Şeyh Edebâlî Hazretleri bütün beylikleri dolaşmış, Söğütte karar kılmıştır. Ya’nî adam aramış, kabiliyet aramış, orada bulmuş, orada karar kılmıştır. Osman Gâzîlerden, Orhan Gâzîlerden itibâren adam yetiştirmeğe oradan başlamıştır. Bir aşîretten altı asır devâm edecek bir İmparatorluğa…
Osmanlının Asr-ı Saâdetten sonra lâyıkı ile tatbîk edilen, yaşanan özellikleri ne idi derseniz:
Farzların, vâciblerin, sünnetlerin (Padişahlar başta olmak üzere bütün devlet erkânını n ve Müslüman halkın) icrâsı, yaşanmasıdır.
Bunlar yaşandığı zaman ne olur, yaşanmadığı zaman ne olur derseniz, tarih bunun en belirgin örnekleri ile doludur. Müsbetleri ile menfileri ile..
Hazret-i Mevlânâ (k.s.) Hazretleri, kabiliyetsiz ile uğraşmak kubbe üzerinde ceviz durdurmağa benzer buyuruyor.
Kabiliyyetsiz kim ve kimler?..
Nikâhtan mahrûm, haramlarla beslenmiş, müsbet eğitimden mahrûm.
Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri İstanbulu fethettiği zaman gayr-i müslimlerin hepsini dinlerini yaşamakta serbest bırakmıştır. İslâmiyyet yaşanarak gösterilmiştir. Kabûl eden etmiş, etmeyenler bildiklerine gayet rahat bir şekilde devam etmişlerdir. Dinde zorlama yoktur. Yakın tarihlere kadar Anadolu insanının dinlerini yaşamak husûsunda çekmediği kalmamıştır.. Kısmen yaşayanlardan biri de bendeniz..
Nikâh dînî bir hâdisedir. Yüce Allahın emri (c.c.) Peygamber Efendimizin kavli (s.a.v.), Hanefîlere göre İmâm-ı A’zam (r.a.) Hazretlerinin ictihâdı, tarafeynin rızâsı, asgarî iki şâhidin şehâdeti ve mehir tesmiyesi. Ortalığı saran gayr-i meşrû birliktelikler, bu milletin evlâdını nerelere sürüklemiştir!..
İslâm Dîninde helâl haram kavramları çok önemlidir.
Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) efendimiz kölesinin getirdiği bir yiyeceği nereden kazandığını sormadan yemiş, yedikten sonra sormuş. Her zaman sorarmış, o gün sormayı unutmuş. Dînî ölçülere göre kölelerin kazançları ağalarına helâldır. (Şunu da ifâde edeyim ki dünyâ tarihinde ilk defâ köleliğe çâre bulan İslâmdır.)
– Efendim, İslâmdan önce devr-i câhiliyye âdetlerine göre bir düğünde şarkı, türkü söylemiştim, alacağım kalmıştı, bugün onu verdiler, onunla aldım deyince, hemen Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) yediğini kusmuş ve buyurmuş ki,
– Harâm tabiatları bozar, karakterleri değiştirir!..
Harâm-zâdeler ortalığı sarınca yaşananlar meydanda!..
Osmanlının en ileri ma’nâda icrââtı, faydalı, müsbet ilimde olmuştur. Her bir padişâhı bir mürşid-i kâmil yetiştirmiştir. Osmanlı medreseleri, dergâh-ı şerifler başlı başına mükemmel insan yetiştirme müesseseleridir.
Hemen Yavuz Sultan Selim Hân Hazretlerinin bir beytini hatırlayalım:
Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru gavgâ imiş!..
Bir velîye bende olmak cümleden evlâ imiş!..
Akşemseddîn Hazretlerini, Sultân Fâtihin yetiştirilmesini ve İstanbulun fethini hatırlayalım..
Osmanlı Saraylarındaki “Enderûn” bölümlerini hatırlayalım. En güçlü hocalar tarafından en zekî, gençlerimize en ileri ma’nâda eğitim verilen bölümler.. Şehzâdeler, büyük askerler, büyük müfessirler, büyük şâirler, bestekârlar, ses ve makamları ile büyük hâfızlar… oradan yetişmişlerdir..
Osmanlı gitti, dünyânın çivisi yerinden çıktı..
Ey Ortadoğu!.. Mazlûm Milletler!.. hâlinizden memnûn musunuz!..
Memleketimiz ile ilgili eksen kaymaları sözleri çok konuşulur oldu. İnşâallah eksen yerine oturacak, insanlık yeniden huzûr bulacak!.. Dünyâ insanı, yanlışları yaşayarak gördü. Zulmün de bir sonu var..
Şeyhu’l-ekber Muhyiddîn-Arabî Hazretlerinin sözlerine yeniden dönersek, istikbâlin gelecek nesillerde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yüce Mevlâmız Mâide sûresi 32. âyetinde buyuruyorki:
“Kim bir canı bir can mukabilinde veyâ yer yüzünde bir fesat çıkarmaktan dolayı olmayarak öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış, diriltmiş gibi olur.”
Maddî varlığımız, yaşama hakkımız elbette çok önemlidir. Rûh sağlığımız, ma’nevî hayatımız ise her şeyden önemlidir.
Osmanlının son zamanlarından i’tibâren yakın tarihimize kadar yaşadıklarımızı Yüce Allahımız biliyor, bizden evvelki nesil çok daha iyi biliyor.
Yeter cehennem ilâhî yaratma bir de tamû!..
Esirge her ikisinden Nihâd-ı ma’sûmu…
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve onun ashâbı öldürmemiş, yaşatmıştır. Tarih boyunca büyük ecdâdımız öldürmemiş yaşatmıştır. Yüce Dînimizin emirlerini yaşamak ve yaşatmak… Şimdi sıra bizdedir.