İlhan Armutcuoğlu
Diyanet Dergisi, Cilt: XVII, Sayı: 4, Sayfa:241-249, Mayıs-Ağustos 1978.
Leylâ Hanım ve Divân-ı Leylâ makalesi Hocamız tarafından Leylâ hanımı ve kıymetli eseri olan divânını tanıtmak maksadıyla kaleme alınmıştır. 1978 senesinde Diyanet dergisinde neşredilen dokuz sayfalık makalede Leylâ hanımın hayatı ve divan nüshası hakkında malumat verilmiş, divanından gazel, nât ve münâcaatlarından bir demet sunulmuştur.
Leylâ Hanım, 19. Asrın ilk yarısında şöhret kazanmış bir kadın
şâirimizdir. Devrin paşalarından Kazasker Moralı-Zâde Hamid Efendinin kızıdır. Annesi, Keçeci-Zade İzzet Molla’nın kızkardeşidir. Leylâ
Hanım, dayısı İzzet Molla’dan ders görmüştür. İlk şiir zevkini de ondan
aldığı bilinmektedir.
Genç yaşta evlenmiş ve fakat geçim yapamayarak ayrılmıştır.
Sicilli Osmani’nin kayıtlarına bakılırsa, Leylâ Hanım şiirlerinin güzelliği ve akılcılığı sebebiyle “Bülbül” lakabını kazanmıştır.·
Leylâ Hanının hazır cevaplığı, irticalen şiir söylemesi gibi husûsiyetleri, devrinin alakasını toplamak bakımından mühim bir faktör olmuştur.
Leyla Hanım kocasından ayrıldıktan sonra hayatının geri kalan kısmını
şiir ve mutalaa ile geçirmiş, bu müretteb divanı meydana getirmiştir.
Divan Ta’lik yazı ile ilk defa 1844 tarihinde Bulak’ta basılmıştır. 1851
tarihinde ikinci baskı olarak İstanbul’da Takvimhane-i Amire’de basılmış, üçüncü defa olarak 1883 tarihinde gene İstanbul’da basılmıştır.
Eserlerinde de görüleceği üzere Leyla Hanım, tezkiye-i nefs yolunu,
dervişliği de ihmal etmeyerek Mevlevî Tarikatına intisab etmiştir. Bu
yolda hayli merhale katettiği şiirlerinden açıkça görülmektedir. Tasavvuf neşvesi olmasa Divan zaten bu üslüb içinde verilemezdi.
Şâire’nin şu beytinden ha’cca gittiği, Medine-i Münevvere‘de Peygamber Efendimizi ziyaret ettiği de anlaşılmaktadır:
“Harîm-i Ravzana sürmüş iken rûy-i siyâhım vâh!.
Yine cürmü günâh’a mübtelâyım yâ Rasûlellah…”
Makaleden:
“Avrupalının aklının ermediği, şaşırıp kaldığı bir husuş şudur ki:
Kişi ihtiyarladığı, 70-80 yaşlarına ulaştığı halde garip bir zindelik,
engin bir coşkunluk içindedir. Bunun iksiri nedir ve nereden
gelmektedir?
Bilinmelidir ki bunun mayası, bereketi, ancak dergahlarda vardır, hak olan tarikat büyüklerinin ellerinde ve gönüllerinde saklıdır.
Leylâ Hanım bütün coşkunluğu ve samimiyetini bağlı bulunduğu
Tarikatına borçludur demek fevka’l-âde doğru olur. Hatta Divanı meydana getirmesindeki en önde gelen amil, Tarikâtıdır demek, gene doğru olur.
Pek çok büyüklerde olduğu gibi bütün dünyayı kabrinde bile dize getiren Hazret-i Mevlana’daki bu güç, bu irfan, bu yücelik ve incelik ne midir?
Hak Teala Hazretlerinin has kullarına, âşık ve sadıklara hususî lütfundan başka ne olabilir ki… İnsan oğluna vahyin meyvelerinden daha
bereketli hiç bir şey verilmemiştir.“
“Şimdi bunlarla ne uğraşan var ne bilen… Başka milletlerin tarihimiz
ve Edebiyatımız ile alakaları bizden çok çok fazla.
Gençlerimiz bir gün boykot ve işgallerden, ellerini kardeş kanına bulamaktan kurtulur, kötü niyetlerin çirkin maksadlarını kirli yüzlerine
çarparak, ilim ve irfanına tekrar döner inşallah. “
Divanının daha bir çok bölümlerinde ıyş ve işretten, mey ve meyhaneden,
pir-i muğandan, sâkî ve sâgardan, sevgi ve sevgiliden bahsetmektedir.
Bütün Divan şairlerinde görülen, hatta büyük velî ve âlimlerin
manzumelerinde dahi görülen bu terimlerden maksad ne olsa gerektir?
Bu konuda son devrin büyük mutasavvıf âlim-şairlerinden Es’ad Efendi Hazretleri bakınız ne buyuruyor:
“Velayet makamları sübût derecesine varmış, fazilet ve kemallerinin
şahidi tevatür haddini geçmiş bulunan büyük ricâlin bazıları, tabiaten latif, meşreben zarif oldukları ve bir hayli manzûmelerinde mey ve
mahbûbtan, sâki ve sagardan bahsetmekte bulundukları cümlenin
ma’lumudur.
Bu ise ayât-ı kerimedeki mecazlardan, istiarelerden zevk alamayan, husûsiyle i’tiraz etmeyi alışkanlık haline getirmiş bulunan kendini beğenmişlerin· itirazlarını mu’cib olduğundan işâret olunan zevâtın bunun gibi lafızlardan maksadlarının ne olduğunu beyan eylemek faydadan hâlî olmasa gerekir.
Ma’lûm ola ki, nefis ve şeytan’a mahkûm, hevâ ve hevesine mağlûb
olanlar, Tarik-i Süfiyye’ye· müntesîb bulunanların bil’cümle insani
lezzetlerden mahrûm kaldıklarını i’tikad etmişler ve bu fâsid hayâl ile
hallerini ma’nevî feyizlerden mahrûm bırakmışlar, uhrevî istikballerini bu
sûretle tehdîd eylemişlerdir.
Binâen aleyh, bu hakikatı anlayan ve bu misilli bâtıl zihniyetin ta’dilini arzû eyleyen evliyâ-yı kirâmın meşhûr şâirlerinden bir çoğu Tarikat-ı Sûfiyyede mevcûd olan ıyş ve işretten, şevk ve şetâretten, mey ve meyhâneden, pîr-i mugan’dan, sâki ve sâgardan, bezm ü tarab’tan mutrib ü mugannîden mahbûb-i hakîkîden dem vurmuşlardır. Ve mecâz ehlinin anlayabileceği ta’birler ile manzûmeler inşâ buyurmuşlardır.
Şu kadar var ki bunların mahbûbu (sevgili), zevâl’e mahkûm olmayan
Allahü Zü’l Celâl Hazretleriyle nebîler ve keremli velîlerin cemâlleri ve ma’nevi kemâlleridir.
Mey (içki) dedikleri şey, gam ve dünyâ kasvetinden eser bırakmayan
Allah sevgisidir.
Meyhâne ise, dervişân için te’sîs edilmiş bulunan dergâhlardan ibarettir.
Pîr-i Mugân’dan maksad, mürşid-i kâmillerdir.
Sâkî ise, o muhabbeti sâliklerin gönüllerine dökmek için vasıta olan
mürşîd-i kâmillerin halîfeleridir.
Bezm, dervişânın toplu olarak ezkâr-ı şerîfe ve terennümât-ı latîfe ile o
muhabbeti kana kana içtikleri ve bu safâ ile sermest olduklan
demlerdir.
Bu suretle vâki’ olan ifadelerden sonra şunu da beyân edelim ki;
Bunun gibi zevât-ı kirâm mecâz vâdîsinde mevcûd olan dînî ve dünyevî mazarratın takdîri ile hakikat yolunda va’d olunan ebedî saâdetin tasvîr ve tercîhini akl-ı selîmin isâbetli; doğru muhâkemesinden ümitvâr bulunmuşlardır.
Cenâb-ı Hak ve Hadî-i Mutlak Hazretleri ihvân-ı dinimizi nefs ve
şeytan’ın esâretinden kurtarıp hürriyyet-i İslâmiyetlerinden mahrûm buyurmasın. Amin.”
“Bu beyândan sonra, koca koca İslâm âlimleri ve velîler her türlü işreti teşvîk etmişlerdir, tabiat-ı şi’riyyeleri onları da yaralamıştır diyenlere denilebilir ki; Gerçek ârıza öyle zannedenlerin kısa idrâklerinde, dar görüşlerindedir.
Tevfik ve hidâyet yüce Mevlâdandır.”
Münâcât
Rahmeyle bu dil-haste-i nâ-çâre ilâhî
Zahm-ı dilime senden olur çâre ilâhî
Bir mücrim ü âsî kulunum rûy-i siyahım
Afvınla nazar kıl bu günâhkâre ilâhî
Bakma yüzünün kâresine rûz-i cezâda
Bağışla beni Ahmed-i Muhtâr’e ilâhî
Ol günde bırakma kerem et hâib ü hâsir
Isyânım ile eyleme âvâre ilâhî
Nefsim hevesiyle beni sen derbeder etme
Aşkından eser ver bu dil-i zâre ilâhî
Al benliğimi kayd-ı sivâdan beni kurtar
Tâ vasıl olam rü’yeti dîdâre ilâhî
Leylâ kulunu âteş-i aşkınla kebâb et
Düzahda koyup yakma anı nâre ilâhî
Leylâ Hanım
Na’t
Devâdır hâk-i kûyuñ haste-gâna yâ Resûlallâh
Şifâ bahş itdi nutkun cism ü câna yâ Resûlallâh
Kevâkib saymadan isyânımın ta‘dâdı müşkildir
Eğer afv itmesen sığmaz cihâna yâ Resûlallâh
Buyurdun ümmetim isyân ider âhir zamân olsa
Meseldir afv olur hâl-i zamâne yâ Resûlallâh
Huzûra varmağa bâr-ı günehden yok mecâlim vâh
Şebâbetde dönüp kaddim kemâna yâ Resûlallâh
Bi-hakk-ı Hazret-i Zehrâ terahhum eyle bir kerre
Yanup yakıldığım dem âşıkâna yâ Resûlallâh
Ne rütbe ağlasam isyânımın bir zerresi olmaz
Boyansa ağlamakdan dîde kana yâ Resûlallâh
Bu kara yüzle dûzahdan dahi şerm eylerim billâh
Degil Leylâ kulun lâyık cinâna yâ Resûlallâh
Leylâ Hanım
Makalenin tamamını okumak için buyurunuz.











































