Hz. Ebûbekir Sıddîk (r.a)’a atfedilen bu kaside hayli meşhur olup ve tarih boyunca ilim ve irfan ehlince ezberlenip okunagelmiştir. Osmanlı döneminde tekkelerde okunmuş, medreselerinde talebelere okutulmuştur. Günümüzde İslam dünyasında hâlen okunup nakledilmektedir.
İlhan Armutcuoğlu Hocamız bu kasideyi nazmen tercüme etmiş ve zamanında Arapça aslı ile levha beraber basılmış, sevenlerinin hânelerini tezyîn etmiştir…
Kasîde-i Bürde tercümelerinin birincisi ve beni çok etkileyeni, tanımakla şeref duyduğum muhterem insan, değerli ilim ve gönül adamı ilhan Armutçuoğlu Beyefendi’ye ait Düzyazı açıklamalı tercüme ise dostum, şair Müştehir Karakaya’ nın babası M . Arif Karakaya’ya ait.
İlhan Armutçuoğlu Hoca‘yı 1979’da tanıdım. Aydın’a gelmişlerdi ve beraberlerinde, kendisinden ayrı bir feyiz aldığım, muhterem gönül doktoru Dr. Dursun Aksoy Bey ve Mehmet Bal Bey vardı ilk kez bir müftünün, ilim ehli bir zatın, bir tıp ve dahi gönül doktorunun huzurunda, edeple, ihlasla bir şeyler öğrenmekten çok hissetmeye çalışan (ve de hisseden) bir insan görüyordum. İlhan Hocamız ‘sohbet böyle dinlenir’ der gibiydi.
Dr. Dursun Bey‘ in elinde incecik bir ‘Mukerrem insan’ kitapçığı vardı. Bu kitaptan aldığı bir cümle ile deryaya dalıyor ve bize inciler sunuyordu. Ben de sanki yüzme biliyormuşum aynı incilerden çıkarabilecekmişim gibi, sohbetten sonra Mukerrem insan’dan bir tane aldım. Ki heyhat!
Bu sohbetden başka Armutçuoğlu Hoca ile birkaç sohbette daha karşılaştık. O’nu en son Konya’da (1983) kendi açtığı Erkam Kitabevi’nde gördüm. Üç kaset halinde doldurduğu Kaside-i Bürde’yi ve yine kendisinin tercüme ettiği Kaside-i Zıyaiyye kitapçığını aldım. Bana bir de hediyesi vardı. Kağıdını, hokkasını çıkardı. Ve Fuzulî’nin:
“Ne yanar bana kimse ateş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı”
Beytini sülüs bir hatla yazıp bana verdi. O zaman öğrendim ki İlhan Hoca sadece bir ilim ve gönül adamı, sadece bir Osmanlıca ve arûz ustası ve sadece bir besteci değildi (Galiba Kaside-i Bürde’nin makamla seslendirme usulü kendisine aitti.) Şimdi ne yazık ki o kasetler de bozuldu, Kaside-i Zıyaiyye de zayi oldu.
O’nun imzasını daha sonra Diyanet Dergisi’nde yayımlanan şaire Leyla Hanım’la ilgili bir yazısında da gördüm.
Konumuz olan Kaside-i Bürde tercümesi, sunuştan öğrendiğimize göre Hicri 1400. yılı karşılamak amacıyla, kendisine, Dr. Dursun Aksoy ve H. Ali Öztaylan tarafından manevî bir görev olarak verilmiş. Görev verilir de (hem de ilhan Hoca’ya) yapmaz mı? Alır eline kalemi ve bir manzum tercüme yapar. Hem de tercüme! Veznini bile korumuş üstad. Bize göre İlhan Hoca tercüme etmemiş, sanki kendisi yeniden bir Türkçe Kaside-i Bürde yazmış.
Türkçe ve Arapça’ya vukufiyetten başka aşk, vecd ve muhabbet gerektiren bu işten alnı ak, yüzü pak olarak çıkmıştır. Edebiyat tahsili yapan biri olarak bunun altının çizilmesi bizim minnet borcumuzdur.
Kaç kez okumama rağmen okuyuculara hangi beyitleri misal olarak seçeceğime doğrusu karar veremedim. Ağza sürülen bir kaşık bal misali seçtiklerimi alıyorum buraya:
4. Aşık zanneder mi ki muhabbet gizli kalır Delildir göz yaşları ve yanan kalp ‘elem’i
6. Nasıl inkar edersin esîr-i aşk olduğun Şahid iken göz yaşın ve cisminin ‘sekam’ı
7. Çekti yanaklarına aşk kırmızı sarı hat Bunlar sarı kırmızı, güldür bahardır demi?
8. Sevdiğimin hayali gece uyardı beni Lezzetleri men eder Onun aşk u elem’i
11. Candan öğüt verirsin lakin duyamıyorum Aşık katında zira müsavi medh u zem’i
12. Ak saçların öğüdün hep kötüye hami ettim Halbuki töhmetlerden uzak pendi, kelim’i
13. Nefs-i emmarem asla va’zı kabul etmedi Cehdinden görmez mi ki yaşımı ak saçımı
16. Güzel ameller ile hiç ziyafet vermedi Kahrından başıma indirdi misafirimi
16. Kim kurtarır özümü serkeş nefsin elinden Azgın at zabtolur mu, kafi gelir mi gemi?
17. Nefis çocuk gibidir süt verirsen hep emer Vaktinde keser isen demez verin mememi
19. Nefsine dur diyesin, yoksa hükmeder sana Hakim olunca nefis, helak eder ademi
27. Hayr’ı emrettim sana lakin ben işlemedim Doğrul desem ne çıkar, doğrultmadan kendimi
48. Acizlerden başka yok, yanında yakınında Künhünü anlamakta aciz kodu alemi
45. Gün gibidir uzaktan, küçük görünür sana Yakından seyrine dal, kamaştırır gözünü
51. En son ilm-i beşerin hakkında şöyledir ki Beşerdir cümle halkın O’ dur en hayırlısı
İmam Busirî Hz. leri bu kasideyi yazdıktan sonra, rüyasında Hz. Peygamberi görür ve O’ na bu kasidesini okur. Fakat bu beyte geldiğinde ne yazdığını unutur. Hz. Peygamber (s.a.) İmam Busirî’nin yazdığı şekilde bu beyti ona hatırlatır. (51. beyit)
56. Yalnız iken ol Resul heybette yeganedir Yaklaşsan halellenmiş milyarlarca umem’i
82. Rüyada vahy aldığın inkar eyleme sakin Kalbi uyumaz O’ nun , uyusa iki çeşm’i
95. Kur’an’a harb açanlar, baş eğdi, dize geldi En yaman düşmanları, kırdı kodu kalem’i
104. Bazen göz hasta olur, inkar eder güneşi Ağız da hasta olsa, suda tad yok deme mi?
157. Ya Rabbi ümidimi, red buyurma, kerem et Ömrümce afv’in umdum, boş çıkarma zannımı
Aynı vezin ve kafiye ile Hocamızın sölediği son beyit de şöyle:
Bin üç yüz doksan sekiz, Şevval’in on dokuzu İkmal-i tercemeden ref’eyledim kalemi.
Hacmi küçük, manası ve değeri pek büyük olan bu eserin başında, Kaside-i Bürde’nin yazılışı ve İmam Busirî’nin özgeçmişi hakkında bilgi de var. Buradan öğreniyoruz ki Kaside-i Bürde için 21 (yirmi bir) tane tercüme ve şerh yazılmış. Yirmi ikincisi ise biraz sonra değineceğimiz M. Arif Karakaya’nın tercümesi.
Bu kadar güzel bir eserin sonunda, şairliğinden ziyade aşk’ın, vecd’in ve muhabbetin dışa taşması olarak gördüğümüz bir İstimdad var ki onun son kıtasını almadan geçemedik.
Şöyle sesleniyor İlhan Hoca:
Yek nazar beştir Efendim, rahm et Allah aşkına Dest-i i red urma, kerem kıl, afv et Allah aşkına
Zar u giryanındır İlhan, lutf et Allah aşkına Emr u ferman sende şahım, el senin, tuğra senin
Bütün bunlardan sonra şunu da belirtmemiz gerekir. Altınoluk sayfalarına misafir olan değerli ilim adamları ile yapılan sohbet halkasına İlhan Armutçuoğlu Hoca da eklenmelidir. Altınoluk okuyucusunu bu şereften mahrum etmemeliyiz.
Kuşe-i uzlete çekilen İlhan Hoca’dan, başta Merhum Üstadımız M. Sami Efendi Hz.leri ile ilgili anıları olmak üzere, yaşadıkları, yazdıkları konusunda öğrenilecek çok konular vardır mutlaka. Belki her ay Altınoluk sayfalarında yer alacağı yazıları da vardır Hoca’nın. Bad-ı saba’dan gayrı birilerinin kapısını vurmasını bekleyen nice yazıları, şiirleri ve araştırmalarını paylaşmak ne güzel bir hizmet olur? Hatta Erkam Yayınları, muhtevasına uygun bir cilt ve kağıtla Kaside-i Bürde’yi yeniden basıp, okuyucusuna hediye de edebilir.
İnanıyoruz ki Altınoluk bunu da başaracak.
Kaside-i Bürde’nin düzyazı tercümesi de dostum. Müştehir Karakaya’nın babasına ait Müştehir’e teşekkür etmeliyim bize gönderdiği için bu eseri.
Kab bin Zuheyr’in Banet Suad Kasidesi olarak basılan bu eserin en büyük özelliği, kelime kelime tercümesinin de yapılması. Daha sonra şerhinin de eklendiği eser, gerçek Kaside-i Bürde olarak biliniyor, Arif Karakaya, eserin başında İmam Busiri’nin eseri için ona, Kaside-i Bür’e denilmesinin daha doğru olacağını söylüyor ki Armutçuoğlu Hoca eserinin girişinde buna da yer veriyor.
Her iki kasidenin Hz. Peygamber’i öven kasideler olduğu gözönüne alınırsa, bizce diğeriyle karşılaştırmak için ikisinin de okunmasında fayda var.
Emeği geçenlere teşekkür ederken, duamız odur ki Hz. Peygamber’e (s.a.v.) layık ümmet olalım.
Şem’ine pervânedir bây ü gedâ her gâh senin!. Emr u fermân sende Şâhım el senin tuğrâ senin!. Muntazır teşrîfine her bir dili âgâh senin!. Emr u fermân sende Şâhım el senin tuğrâ senin…
Dâim illellah dürür îmânımız, ezkârımız… Arş-ı Rahmân’dan gelübdür demdebem efkârımız… Hadden efzûn eşkimizdir her seherde kârımız… Emr u fermân sende Şâhım el senin tuğrâ senin…
Ravza-i Pâk-i Nebî’ye ilticâ ettim bu şeb… Bâb-ı Sıddîk’a sarıldım sıdk ile bir kez bu şeb… Mâverâ-yı aşka düştüm zahm-i firkatten bu şeb… Emr u fermân sende Şâhım el senin tuğrâ senin…
Hazret-i Kâ’b İbn-i Mâlik dâr-ı mihnet-bârına.. Hâlimi arz’a mecâl yok her iki reftârına.. Bir beşâret yok mu Hak’dan bende-i nâ-çârına?.. Emr u fermân sende Şâhım el senin tuğrâ senin…
Yek nazar bestir Efendim rahm et Allah aşkına!.. Dest-i red urma, kerem kıl afv et Allah aşkına!.. Zâr u giryânındır İlhan lûtf et Allah aşkına!.. Emr u fermân sende Şâhım el senin tuğrâ senin…
Yüce düstûr-ı tarîkat, yüce âdâb u usûl.. Alınıp dest-i ezel’den, sunulur dest’e usûl.. Uzanır tâ be-kıyâmet bulur erbâb-ı vusûl.. Alan el sen, veren el sen evet ey Fahr-i Rusül!. Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
O münevver yüze bir bak görünür vecd ü safâ.. Yüce Devletlü Velî’den alınan ahd ü vefâ.. Coşan ilk menbâ-ı hikmet o teveccüh o şifâ.. Nazar-ı hazret-i Sâmî Eser etmiş ve kefâ.. Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
Görünüşte iki sûret gibi lâkin kalb bir.. Nice sîretler ezelden yoğrulmuş Rab bir.. İçilen aşk u şerâbın kabı ayrı lüb bir.. Biri Âl-i Ramazandır, biri vâris hep bir.. Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
Ona peyk olmuş ezelden O Perî-rû O idi… Reh-i pâkinde gubâr olmuş O günden O idi.. Dil-i Mâ’mûru tavâf eyleyen evvel O idi.. Bütün esrâr-ı ledünnün küpü ancak O idi.. Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
O göğüslerden emildi ledün ilmi bir ömür.. Bir Onun çeşmine mâ’kes idi diller bir ömür.. O Güzeller Güzelinden nefes almış bir ömür, Nice bin manzara artık Ona gülmez bir ömür.. Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
Ona hizmetteki dikkat ve firâset ve hulûs, Oluyor menzile ermek için iksîr o hulûs.. Bir ayağında çorap var, biri elde… O hulûs.. Der-i Sultân’a müebbed düşürür kim o hulûs, Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
Bu sehâlar, O sehâvvetten eserdir lâ şek.. Heme yoklukta sehâvet, heme varken lâ şek.. Yüce ahlâkı Rasûlün, sulehânın lâ şek.. Neyimiz varsa fedâ yüzdeki hâl’e lâ şek.. Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
O Yüzün nûrunu leylinde göreydin bir kez.. Harem-i Ka’be vü Zemzemde göreydin bir kez.. Ve melekler Onu seyrinde göreydin bir kez… O Refâkate Refîkin …ve göreydin bir kez… Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
Ser-i Kûyünde Rasûlün o ne hürmet ne kemâl.. Der-i Lütfunda Rasûlün ve ne ihsân-ü cemâl.. Sofasında O Rasûlün bütün esrâr ile hâl… Dem-i âhirde Bâki’a verilir de O Kemâl, Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
Şeb-i vuslattı O Pîr’e, bize firkatti meded!.. Kanayan kalplere merhem ta O günden ve meded.. Elem-i firkati duydukça gönüller o meded.. Yetişir himmet-i vâlâ-yı erâsetle meded… Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
Sana kul olmayı lütfet hemen ancak yâ Rab!.. Ona ümmetliği lütfet hemen ancak yâ Rab!.. Bize evlâdlığı lutfet hemen ancak yâ Rab!.. Bütün ihvânına vuslat diler İlhan yâ Rab!.. Vurulur Şeyhime el-hak o meşîhat mührü, Vurulan Tuğra-i Sâmî, vuran el emr-i Rasûl…
Ömer Kirazlı merhumun Birinci İstişare eserindeki şiirini takrîz
İlhan Armutçuoğlu
Yandırdığın gönlüme, Teselli arar iken, Köşe bucak her yerde, Yolları sorar iken… Feryâdını işittim! Bu sabah erken erken: “Bizim zaferimizden Kimseler gocunmasın!. Biz rahmet unsuruyuz! İhyâlara me’mûruz.. Yıkmağa değil billâh! Yapmağa geliyoruz. En kötüye en fazla Faydamız dokunacak, Düştüğü bataklıktan Onu kurtaracağız, Hakkı, hayâtı, ilmi, Ahlâkla mezc ederek, İnsanlığa Bakâ’dan Düzen getiriyoruz! Ver elini birâder Kalk ta Allah’a dayan Uyan derin uykudan!.. Derin uykudan uyan!.. Derin uykudan uyan!..” Feryâdına feryâdım, Bin kerre lebbeyk eder! Birinci istişâre, Beni benlikten eder… Matlaına bir baktım, Takdîmine göz attım, Hamd ile Mahmûd ile, Sûzişli sezişlerle, Sualler ceste ceste! Cevaplar beste beste.. Nedir ki bu isticvâb? Nereden bu tatlı cevâb? Demek çürük tahtaya Basmak istemiyorsun! Hizipler’e hizipler, Katmak istemiyorsun.. Tedbîrine bes, dedim. Takdîrine pes, dedim. Tevfîk-i Hak’tan hemen, Fazl u kerem istedim… Tefekkür ve tezekkürle, Geldik durak başına, Düşünmek ve yazmak işi, İştir başlı başına. “Cümle de mâ’nâ ister, Mâ’nâ fikirden doğar. Fikir Hak vergisidir. Bilgi onun eşidir.. Bütün mes’ele şimdi, İstif ve beyândadır.” Beyân mühim mes’ele, İnsan’a Hak vergisi, Sûre-i Rahmân’a bak, Büyük bir Kur’an dersi.. Eserler dizi dizi, Feth eder kalbimizi, Eslâf’a selâm olsun, Öğerler Nebîmizi… Şuracıkta duralım. Duralım da soralım: Ne diyor Şâir İkbâl? “En güzel şiirlerim, Yazamadıklarımdır…” Bir başka muharrir de: “Eğer vaktim bol olsa, Daha kısa yazarım…” İşte bunu anladım. Kelâmda i’câz gerek, Sâdece î’câz değil, Beyân-ı mû’cez gerek.. Aşk ve söz bahsimizde, Bana meseller açma!.. Sînem pür yârelidir, Bir yâre de sen açma!.. Şimdi söz Yûnus’tadır, Bakın neler buyurur, Asırlar ötesinden, Sözün özün duyurur: Söz bahsinde benimle, Varsa istişâreniz, Sözü pişir öyle de!.. İşini sağ edesin! Ağulu aş olsa bile, Bal ile yağ edesin… Çevir sahîfeleri, Daha nice deyişler… Sekiz Uçmağ’a kadar, İnişler yükselişler… Dura dura gidelim.. Biraz sohbet edelim.. Ermeden semt-i yâ’re, Safâlarla gidelim… Sohbet Din’in ocağı.. Muhabbet’in kucağı. Nebîlerin dergâhı Velîlerin bucağı.. Kur’ân’a bir kulak ver! Bize neler duyurdu: “Ve câdil hüm billetî Hiye ahsen” buyurdu… Firavn’a Nemrûdlar’a, Tatlıca söz bulasın! Göl’e mayayı sal da, Olaki tutturasın!.. İslâm’ı anlatırken, Teslim ol! Der gibisin, İlk celsedeki sırrı, Sanki verir gibisin!.. “Mefkûre” İslâm’dadır. Gerçek hayât da onda. Cehd, cihâd, ictihâd, Yaşamak ve yaşatmak, Felâha götüren Hak, İksîr-i hayât O’nda… Bütün yollar derbeder, Oyalanma birâder!.. İslâm ol selâmet bul! Emin ol yol da bu yol… İnsan, ey sırr-ı azîm! Mükerrem kılındın bak! Ve ey mefhûm-i kadîm!.. Mukaddem kılındın bak!.. Elest’ten koşup geldin, Bezmimize hoş geldin! Fırsatı ganîmet bil, Fıtraten ne hoş geldin!.. Teklîf-i ilâhî var! Habl-i Metîn’e tutun!.. Mâ’siyet’e küsüver, Hakk’a yönel büsbütün.. Urûc kavsine tırman, Hübût’un bestir, şimdi.. Hemen Allah’a dayan, Zemîn ü zamân şimdi… Gelişin Hak katından, Dönüşün de Ona’dır, Tevhîd’e tapşur özün, İ’tibâr hep sonadır… Nefis emmârelikte Azgın küheylân imiş, Kapar, teper, çifteler, İblîsten kemter imiş… Azıcık yemini kes!. İyi gemle, palan vur!. Öğünlerin birin es!. Levm eder, pişmân olur… Şimdi nedâmet ile, Anladı serkeşliğin, Fehm ü ilhâmât ile, Bildi çilekeşliğin… Küheylân bu vehlede Sanki bir Burak gibi, Vartalardan ilerû, Müemmen durak gibi… Yol ver artık şehsüvâr! Küheylân seninledir!.. Seni sende buluben, Canınla teninledir… Her ikiniz rızâya Hem rehâya eriniz… Kûy-i visâl’e kadar, Safâ ile gidiniz… Ey mükerrem varlıklar! Hakkın şâh eserleri!.. Sizleri en güzel’e, Hakk’a çağırıyouz!.. “En güzel yaşamağa” Birliğe er diyoruz, Daha dünyâda iken, Cennet’e gir diyoruz… Cehl ile atâletten, Kurtar sen senliğini! Kükreyen seller gibi, Devir bu benliğini… İlim en büyük rütbe, Onunla bir silahlan! Cehl’i tepeleyerek, Arslanlar gibi şahlan!.. Erenler kapısından, Mey-i irfân içe gel! Sağ edip çürüklerin, Destûr alıp geçe gel!. Dost ilinin yolunda, Hizmet’e girelim gel! Hâdim-i insân olup, Gel! İnsân olalım gel! Gel ki, gel de, kan, yıkan! İksîr-i hayâtımızdan.. Asırlar bir lahzada, Nasıl yaşanır, inan! Âsümân baştan başa, Reşk eder ünvânına!. Ay, güneş, ebr u felek, Raks eder devrânına!.. Boğulan iniltiler, Bak nasıl uyanıyor! Tutuşan ufuklarda, Şimşeklerle kanıyor… Deryâlar cûş’a geldi, Dalgalar kaynaşıyor! Kasırgalar, tûfanlar, Timsahlar, oynaşıyor… Sahralardan, dağlardan, Arslanlar kanatlandı! Filler, gergedanlardan, Ordular peydahlandı… Hırka seccâdesini, Alan yollar’a düştü!. Kalemle kılıncını, Sıyıran, dile düştü… Kâinât’ın serveri, Nebîlerle duâda.. Erenler katar, katar, Yetiştiler imdâd’a… Süleymanlar, Selimler, Kıt’aları yarıyor!.. Fâtih ve Ulubatlı, Sancağ’a burç arıyor!.. Müjdeler âşıklar’a.. Zafer Hakk’ı bilende.. Bugünde ve yârında!. Zafer Hakk’ı bulanda… İnsân insân olarak, Kendini bildi gayrı… İslâm’a sâhip çıkıp, Gayrıyı sildi gayrı… Ay battı gün doğuyor!. Hemence son bulacak!. Dinlemek ve inlemek, Zaferle ün bulacak!.
Geçmiyor artık bir an!. Uyandık uykulardan.. Uykulardan uyandık. Uykulardan uyandık… Bundan böyle hayâtı, İçelim yudum, yudum… Rızâ-yı Hakk’a kadar, Gidelim adım, adım…
O revişlerde bulurduk eser-i kudretini.. Yaşadık bendeliğin zirvede hem şevketini.. O sunar dillere ancak yüce aşk devletini.. Tadarız yâr ile aşkın ezelî lezzetini.. Ayağından alırız alnımızın izzetini..
Alınır ma’bed-i aşka heme belvâlı olan.. Tutulur mahbes-i tende hele gavgâlı olan.. Reh-i gülzâre erer nefs ile da’vâlı olan.. Eremez vuslata hiç cânına sevdâlı olan.. Kanarak içmeli âşık ecelin şerbetini..
Yol alır mest-i elestî ki soruşturmazlar.. Ki sükût etmeden evvelce konuşturmazlar.. Hâzır ol yanmağa ammâ ki tutuşturmazlar.. İki dünyâda dahî gönlü kavuşturmazlar.. Etmeden her şeye tercîh O Gülün sohbetini..
Oyalanma, seherî ol hadi davran hadi kum.. Varıcak menzile kalbin uyanınca nüm ü nüm.. Kademinden gözün ayrılmasın etrâfına yum.. Muma pervâne olanlar ya da pervâneye mum.. Bilemezler ne imiş ayrılığın dehşetini ..
Bakıp ahvâli görenler bana vîrâne dedi.. Görüben rûhumu şimşekleri rindâne dedi.. Sana Leylâları yâdetti de cânâne dedi.. Bana mecnûn bile ey sevgili dîvâne dedi.. Ne olur anla akıl sâhibinin töhmetini..
Bana rüsvâylık ezelden utanır sanma sakın.. Edegör cevr u cefâlar usanır sanma sakın.. O Gülün virdine vurgun uyanır sanma sakın.. Güle yâr olmağa âlem dayanır sanma sakın.. Kim çeker olmasa şeydâ dikenin zahmetini..
Sen ü benlik yeter artık şu hevesten kurtul.. Ara bul kabil-i uşşâkı nefesten kurtul.. Konuşur Gülleri keşfet de bu sesten kurtul.. Dinle cânânını ey Cân şu kafesten kurtul.. Sen de mi’râc ile seyret güzelin kametini..
Yürü İlhan yürü yoldaşların artık seherî.. Ulemâdan fudalâdan şuarâdan beheri.. Yürü kasvette bunaldın zaferî ol zaferî.. Yetişir hasretimiz vahdete dön ey Seferî.. Çekme Allah’ı seversen şu cihân kesretini…
Altınoluk Dergisi, Aralık 2003, Sayı: 214, Sayfa: 37.