Sekînet

Altınoluk Dergisi, Sayı 19, Eylül 1987.

O, imanlarına iman katsınlar diye, müminlerin kalblerine sekinet indirdi. Göklerin ve yerin askerleri Allah’ındır. Allah alîm ve hakimdir.(1)

Sekînet, sükun ve itmi’nan, sebat ve temkin manasına masdardır. Nefisdeki telaş ve heyecanın kesilmesi ile hasıl olan kalb oturması, yürek ısınması, gönül rahatı, huzur ve sükun manalarını ifade etmektedir. (2)

Hazret-i Ali keremallahü vecheh ve radiyallahu anh’den bir rivayette:

“Sekînet, mü’minin kalbine yerleşip onun iç huzurunu te’mîn eden bir melekedir” denilmiştir.

Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin “Fütühat-ı Mekkiyye“sinde:

“Sekînetin başlangıcı, emri her vechile anlayıp kavrayarak mütalaa etmektir. Böyle olmayınca sekînet hasıl ve sahîh olmaz” denilmektedir.

“Hani İbrahim; Rabbim! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demiş, (Allah buna) inanmadın mı yoksa demiş, o da, inandım, fakat kalbimin (gözümle de görerek) yatışması için (istedim diye) söylemişti.

“Allah dedi ki: Dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onlardan her parçayı bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir.

“Bil ki şüphesiz Allah bir kadir-i mutlaktır, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.” (4)

Yukarıdaki ayet-i kerîme mealinde ifadesini bulan İbrahim aleyhisselamın münacatı, ondan sonra da Cenab-ı Hakk’ın ölüleri nasıl dirilttiğini bizzat göstermesi, kendilerinin daha önceki düşüncelerini ortadan kaldırdı. Kalbi huzur ve sükuna eriverdi.

İbrahim aleyhisselam bu münacat ve müşahedesini sekînetin başlangıcı yaptı.

Bu müşahededen önce ölülerin diriltilmesi keyfiyeti “Acaba Cenab-ı Hak ölüleri nasıl diriltiyor” diye zihnen onu meşgul ediyordu.

Arab dilinde bıçağa “sikkîn” denmesinin sebebi, hayvandaki heyecan ve ızdırabı kesip atmasındandır.

Kelime-i Tevhîd’in “Lâ”sı ile yani “Lâ” kılıcı ile kalbde olan her türlü telaş, vesvese ve teşvişi kesip atabilseydik…

İnsan, imanın şartlarını tamamlayıp “ilme’l-yakîn”den, “ayne’l-yakîn” mertebesine ulaşınca Hak tarafından o mü’minin kalbine öyle bir tecellî hasıl olur ki, o tecelliye “zevk” denilir.

Kişinin îmanı ilme’l-yakîn mertebesinde iken bu “zevk”e ulaşmak mümkün değildir.

“Sekînet”in, bu Atiyye-i Sübhaniyyenin elde edilmesine gelince;

İmam-ı Rabbanî hazretlerinin “Mektubat”ında (5) beyan buyurdukları üzere; kişinin Hakk’a yaklaşmaşı ve ebedî kurtuluşa ermesi için mutlak süratte üç şeye ihtiyacı vardır: İlim, amel, ihlas…

Bu üç kurtarıcıya kamil bir zatın rehberliğinde öyle sıkı sarılmak îcap eder ki, netice alınabilsin ve maksat hasıl olsun…

Buharî’nin rivayet ettiği hadîs-i kudsîyi bir daha hatırlayalım:

“Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu Ebü Hureyre Radiyallahu anh’dan rivayet olunuyor:

“Allah Teala buyurdu ki: Her kim benim velilerimden bir veliye düşmanlık ederse, şüphesiz ben ona harb ilan ederim.

“Benim kulum, üzerine farz ettiğim şeyden daha sevgili hiç bir şey ile bana yaklaşamaz.

“Bir de kulum nafileler ile bana yavaş yavaş, yaklaşa yaklaşa, nihayet öyle bir hale gelir ki, Ben onu severim.

“Onu sevdiğim vakitte de, onun işitmesine vasıta olan kulağı, görmesine vasıta olan gözü, tutup yakalamasına vasıta olan eli, yürümesine vasıta olan ayağı, anlamasına vasıta olan kalbi, söylemesine vasıta olan dili olurum.

Öyle olan kişi Ben’den bir şey isterse muhakkak veririm. Bana sığınırsa onu muhafaza eder, korurum.” (6)

Buharî’nin metninde:

Ölmeyi istemeyen, kendisine kötü muamele de bana hoş gelmeyen, halbuki hasbe’t-takdîr ölmemesine de çare olmayan mü’min kulumun rühunu kabz etmekteki tereddüdüm kadar işlediğim hiç bir şeyde tereddüd göstermedim” ziyadesi vardır.

Tabiatiyle bütün bu çalışmaların sonunda Cenab-ı Hakk’ın kulunu sevmesi umulur. Muhabbetin menşei, kökü, aslı muhakkak, Hak canibindedir.

Muhabbetten Muhammed oldu hasıl!..
Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl?..

Kulun Sünnet-i Seniyye’yi ihya neş’esi içinde hayatına devam etmesi, bu güzelliklere ulaşmak için zarurî ve elzem bulunmaktadır.

Koca Sinan Paşa’nın dili ile Bayezid-i Bistamî hazretleri bakınız neler buyuruyor:

Nitekim ol şeyeh-i alem Bayezid
Nür-i çeşm-i rüy-i Adem Bayezid

Nakl olunur kim demiş ashabına
Ehl-i dilden bulunan ashabına

Ben sanırdım bunca yıldır aşıkım
Talibim yari, gönülden sadıkım

Bu tamam oldu bana ahir ayan
Aşık u talib o imiş bî-güman

Ol muhibb imiş bana mahbub ben
Talib Ol imiş beni, matlub ben

Ol imiş cezb eyleyen beni bana
Ol imiş hem komayan beni bana

Şol gönül kim aşıkı Allah ola
Dil değil ol, dü cihana şah ola

Olmaya ol gönüle hergiz hicab
Rüy-i ma'şuku göre ol bî-nikab (7)

Bütün dünyada ma’nevî değerlerden kopan zamanımız insanlarının ne türlü felaketlere sürüklendikleri her gün gözlerimizin önündedir. Günlük hadiseler ve haberler bunun acı örnekleri ile doludur.

Bu itibarla insanlığa doğruyu göstermek, yaşamak ve yaşatmak, en büyük hizmetler cümlesindendir.

Ashab-ı Kiram radıyallahu anhüm ecmaîn hazeratı, Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) yüce huzurlarına vardıkları zaman, tüy kadar hafif, göklere uçacak kadar ma’nevî haz içinde bulunduklarını her zaman îtiraf ederek,

Ya Rasulallah! Huzur-i alînizde böyle iken kendi özel hayatımıza döndüğümüz zaman yine eski durumumuz bize arız oluyor” dediklerinde,

“Eğer o haliniz devam etse melekleri açıktan görür, onlarla müsafaha ederdiniz” buyururlardı.

Başlangıçta kalbden kalbe akis yolu ile tadılabilen bu hal, veraset-i Peygamberîden hissesi bulunan “ehlullah”ın huzurunda da aynen hiss olunur.

Yukarıda arz etmeğe çalıştığım sekînet ve benzeri halleri, usulünce iktisab edinceye kadar, ilim ve verasette kemalli zevatın yüksek huzurları ve vakit vakit ziyaretleri ile tatmak ne güzeldir!..

Vardıkda pîr-i kamil’e, taş olsa dil yumşağ olur
Fir’avn ise nefsin yakîn, karıncadan alçağ olur
Oldunsa vakıf aczine, edna amel bir dağ olur
Çürüklerin hep sağ olur, zehrin kamu bal yağ olur
Dağlar yemişli bağ olur, cümle cihan bostan sana 
(8)


Dipnotlar:
1. Fetih Suresi, ayet: 4 
2. Hak Dini Kur’an Dili, c.6, s. 4408. 
3. Tefsîr-i Rûhu’l-beyan, c. 9, s. 12. 
4. Bakara Süresi, ayet: 260. 
5. Mektübat, c. 1, s. 7. 
6. İmam-ı Nevevî, Kırk Hadîs.
7. Tazarru’name, s. 194. 
8. Dîvan-ı Es’ad, Erbilli Şeyh Muhammed Es’ad Efendi.