Yaşatmak Öldürmemek

İlhan Armutcuoglu
Altınoluk Dergisi, 301. sayı, Mart 2011.


Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn Arabî Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserinde şöyle bir ibâreye yer vermiş:

İnne aslaha’d-düvel ba’de’s-sahâbe Eddevletü ‘l-Osmâniyye, felâ inkırâza’d-devle ilâ zuhûri’l-hatmi ve’l-kıyâm..

Peygamber Efendimizin yetiştirdiği Ashâbın kurduğu Devletten (Hulefâ-i Râşidîn devri) sonra en muhkem Devlet, Osmanlı Devletidir. Devletin yıkılması söz konusu değildir, birilerinin zuhûruna kadar.. Veyâ yıkılmaz, Kıyamete kadar devâm eder..

Câlib-i dikkat olan pek mühim hususlar var. Yukarıda arz ettiğim ibâreyi İstanbul Yıldız Câmiinde de görmüştüm.

Muhyiddîn Arabî Hazretleri bir defa Osmanlı dönemini görmemiş, Selçukîler devrinde yaşamıştır, bilindiği gibi peygamberlerde mu’cizeler, evliyâullahta da kerâmetler vardır, bu beyân bir defa kerâmet eseridir.

Özellikle Büyük Hâkân Abdülhamid Handan sonra ârızalar kendini göstermeğe başlamıştır.

“Yekûlûne bi elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim“ (Sûre-i Feth 11. âyet) bu âyet-i kerîmeye istinâden, dilleri ile söylerler, fakat kalblerinde bir şey yok. Ya’ni îman yok, İslâm yok..

İşte münâfık.. ta’rîfi bu.

Son Padişâh Vahdeddîn Hân’a kadar padişahlarımızın hepsi sağlam.. Ama yürütmedeki ârızalar bir asırdan beri bizleri nerelere getirdi. Bu günlerimize de binlerce şükür..

Gözlerim uyur, kalbim uyumaz buyurdu Nebî!..
Ölü kalblerden kurtar yâ Rabbî bi hakk-ı Nebî!..
Bunca cinâyet, isyân, hıyânet, mes’ûlleri kim?!..
Gerçeğe döndür mazlûm Milleti hâtır-ı Nebî!..

Selçukluların beyliklere ayrılmasından sonra Büyük Velî Şeyh Edebâlî Hazretleri bütün beylikleri dolaşmış, Söğütte karar kılmıştır. Ya’nî adam aramış, kabiliyet aramış, orada bulmuş, orada karar kılmıştır. Osman Gâzîlerden, Orhan Gâzîlerden itibâren adam yetiştirmeğe oradan başlamıştır. Bir aşîretten altı asır devâm edecek bir İmparatorluğa…

Osmanlının Asr-ı Saâdetten sonra lâyıkı ile tatbîk edilen, yaşanan özellikleri ne idi derseniz:

Farzların, vâciblerin, sünnetlerin (Padişahlar başta olmak üzere bütün devlet erkânını n ve Müslüman halkın) icrâsı, yaşanmasıdır.

Bunlar yaşandığı zaman ne olur, yaşanmadığı zaman ne olur derseniz, tarih bunun en belirgin örnekleri ile doludur. Müsbetleri ile menfileri ile..

Hazret-i Mevlânâ (k.s.) Hazretleri, kabiliyetsiz ile uğraşmak kubbe üzerinde ceviz durdurmağa benzer buyuruyor.

Kabiliyyetsiz kim ve kimler?..

Nikâhtan mahrûm, haramlarla beslenmiş, müsbet eğitimden mahrûm.

Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri İstanbulu fethettiği zaman gayr-i müslimlerin hepsini dinlerini yaşamakta serbest bırakmıştır. İslâmiyyet yaşanarak gösterilmiştir. Kabûl eden etmiş, etmeyenler bildiklerine gayet rahat bir şekilde devam etmişlerdir. Dinde zorlama yoktur. Yakın tarihlere kadar Anadolu insanının dinlerini yaşamak husûsunda çekmediği kalmamıştır.. Kısmen yaşayanlardan biri de bendeniz..

Nikâh dînî bir hâdisedir. Yüce Allahın emri (c.c.) Peygamber Efendimizin kavli (s.a.v.), Hanefîlere göre İmâm-ı A’zam (r.a.) Hazretlerinin ictihâdı, tarafeynin rızâsı, asgarî iki şâhidin şehâdeti ve mehir tesmiyesi. Ortalığı saran gayr-i meşrû birliktelikler, bu milletin evlâdını nerelere sürüklemiştir!..

İslâm Dîninde helâl haram kavramları çok önemlidir.

Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) efendimiz kölesinin getirdiği bir yiyeceği nereden kazandığını sormadan yemiş, yedikten sonra sormuş. Her zaman sorarmış, o gün sormayı unutmuş. Dînî ölçülere göre kölelerin kazançları ağalarına helâldır. (Şunu da ifâde edeyim ki dünyâ tarihinde ilk defâ köleliğe çâre bulan İslâmdır.)

– Efendim, İslâmdan önce devr-i câhiliyye âdetlerine göre bir düğünde şarkı, türkü söylemiştim, alacağım kalmıştı, bugün onu verdiler, onunla aldım deyince, hemen Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) yediğini kusmuş ve buyurmuş ki,

– Harâm tabiatları bozar, karakterleri değiştirir!..

Harâm-zâdeler ortalığı sarınca yaşananlar meydanda!..

Osmanlının en ileri ma’nâda icrââtı, faydalı, müsbet ilimde olmuştur. Her bir padişâhı bir mürşid-i kâmil yetiştirmiştir. Osmanlı medreseleri, dergâh-ı şerifler başlı başına mükemmel insan yetiştirme müesseseleridir.

Hemen Yavuz Sultan Selim Hân Hazretlerinin bir beytini hatırlayalım:

Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru gavgâ imiş!..
Bir velîye bende olmak cümleden evlâ imiş!..

Akşemseddîn Hazretlerini, Sultân Fâtihin yetiştirilmesini ve İstanbulun fethini hatırlayalım..

Osmanlı Saraylarındaki “Enderûn” bölümlerini hatırlayalım. En güçlü hocalar tarafından en zekî, gençlerimize en ileri ma’nâda eğitim verilen bölümler.. Şehzâdeler, büyük askerler, büyük müfessirler, büyük şâirler, bestekârlar, ses ve makamları ile büyük hâfızlar… oradan yetişmişlerdir..

Osmanlı gitti, dünyânın çivisi yerinden çıktı..

Ey Ortadoğu!.. Mazlûm Milletler!.. hâlinizden memnûn musunuz!..

Memleketimiz ile ilgili eksen kaymaları sözleri çok konuşulur oldu. İnşâallah eksen yerine oturacak, insanlık yeniden huzûr bulacak!.. Dünyâ insanı, yanlışları yaşayarak gördü. Zulmün de bir sonu var..

Şeyhu’l-ekber Muhyiddîn-Arabî Hazretlerinin sözlerine yeniden dönersek, istikbâlin gelecek nesillerde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yüce Mevlâmız Mâide sûresi 32. âyetinde buyuruyorki:

Kim bir canı bir can mukabilinde veyâ yer yüzünde bir fesat çıkarmaktan dolayı olmayarak öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış, diriltmiş gibi olur.”

Maddî varlığımız, yaşama hakkımız elbette çok önemlidir. Rûh sağlığımız, ma’nevî hayatımız ise her şeyden önemlidir.

Osmanlının son zamanlarından i’tibâren yakın tarihimize kadar yaşadıklarımızı Yüce Allahımız biliyor, bizden evvelki nesil çok daha iyi biliyor.

Yeter cehennem ilâhî yaratma bir de tamû!..
Esirge her ikisinden Nihâd-ı ma’sûmu…

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve onun ashâbı öldürmemiş, yaşatmıştır. Tarih boyunca büyük ecdâdımız öldürmemiş yaşatmıştır. Yüce Dînimizin emirlerini yaşamak ve yaşatmak… Şimdi sıra bizdedir.